1.
BAZI AYETLER VE HADİS-İ ŞERİFLER AHİR ZAMANDA GELECEK BİR MÜCEDDİD-İ EKBER-İ (EN BÜYÜK DİN YENİLEYİCİSİ) İŞARİ MANA İLE HABER VERİYORLAR. Fakat o gelecek zatın ve cemiyetinin üç vazifesinden en önemlisi olan ve zahiren en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve hakaik-i imaniyeyi güneş gibi göstermek vazifesini Risale-i Nur ve talebelerinin şahs-ı manevisi tam yaptıklarından; o gelecek zata dair haberleri ve işaretleri, Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine hatta bazen tercümanına da tatbike çalışmışlar ve şeriatı ihya ve hilafeti tatbik olan çok geniş dairede hükmeden bu iki mühim vazifesini nazara almamışlar...(Tılsımlar Mecmuası, s. 168)
2.
“... AHİR ZAMAN’IN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA, elbette EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD(GEREKTİĞİNDE AYET VE HADİSLERDEN HÜKÜM ÇIKARAN BİR ALİM), HEM EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD (DİNİ YENİLEYİCİ), HEM HAKİM, HEM HZ. MEHDİ (A.S.), HEM MÜRŞİD (İNSANLARA DOĞRU YOLU GÖSTEREN), HEM KUTB-U AZAM (ZAMANININ EN BÜYÜK DİNİ LİDERİ) OLARAK BİR NURANİ BİR KİŞİYİ GÖNDERECEK ve O zat da, Peygamberimiz (s.a.v.)’in soyundan olacaktır.”(Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Yedinci Risale Olan Yedinci Kısım, s. 411-412)
1. HZ. MEHDİ (A.S.) EN BÜYÜK MÜCEDDİD (DİNİ YENİLEYİCİ) OLACAKTIR:
Sünen'inde, Beyhaki "Şuab-ı İman"da tahric buyurdular (meydana koydular): "HER YÜZ SENEDE BİR, CENAB-I HAK BİR DİNİ YENİLEYEN GÖNDERİYOR..." (Barla Lahikası, s. 119)
Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre; Resulullah (sav) şöyle buyurmuş: Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah her yüz senenin başında şu ÜMMETİN DİNİNİ BİDATTEN (DİNE SONRADAN KARIŞMIŞ BATIL UYGULAMALARDAN) AYIRACAK, YENİLEYECEK (İLİM SAHİBİ) BİR ZATI gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)
HER YÜZ SENE BAŞINDA BU ÜMMETİN ULEMASI ARASINDAN BİR MÜCEDDİD (DİNİ YENİLEYİCİ) GELECEK ve Kuran ahlakı ve fazileti ile Peygamberimiz (s.a.v.)'in sünnetini canlandıracaktır. (Mektubat-ı Rabbani, 1/520)
(Ashab-ı Kütüb-i Sitte'den İmam-ı Hâkim'in Müstedrek'inde ve Ebu Dâvud'un Kitab-ı)
Ancak beklenen odur ki; ARADAN BİR SENE GEÇTİKTEN SONRA BU SAKLI DEVLET YENİLENE. Ona bir üstünlük verilip suyu bulması, arttırıla... Böylece faziletlerin aslı zuhur edip onun zilletini örte.. VE YÜCE BAĞLILIĞA DEĞER VEREN MEHDI GELSİN. Allah ondan razı olsun.(Mektubat-i Rabbani, 1/569)
KURAN HÜKÜMLERİNİN KUVVETLENDİRİLMESİ, MİLLETİ YENİLEMESİ BU İKİNCİ BİNDEDİR. Bu davanın doğruluğuna adil şahid: Hz. İsa'nın (a.s.) HZ. MEHDİ (A.S.)'IN BU BİN İÇİNDE VAROLUŞLARIDIR. (Mektubat-ı Rabbani, c.1, s. 611)
2. HZ. MEHDİ (A.S.) EN BÜYÜK MÜÇTEHİD (GEREKTİĞİNDE AYET VE HADİSLERDEN HÜKÜM ÇIKARAN BİR ALİM), OLACAKTIR:
Muhyiddin Arabi "Fütühat-ül Mekkiye" isimli eserinde bu konuda şöyle bilgi vermiştir: ... HZ. MEHDİ (A.S.), DİNİ PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU GİBİ AYNEN UYGULAYACAK. YERYÜZÜNDE MEZHEPLERİ KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ DİNDEN BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 186-187)
"Fütühat-ül Mekkiye" isimli eserinde Muhyiddin Arabi el Endülüsi şöyle bildirmektedir: ... ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)'IN) DÜŞMANLARI İÇTİHAD ALİMLERİNİN TAKLİD EDENLERİ OLACAK. Çünkü onlar HZ. MEHDİ (A.S.)'IN MEZHEP İMAMLARININ TERSİNE HÜKMETTİĞİNİ GÖRDÜKLERİNDE bundan hoşlanmayacaklar, fakat karşı da gelmeyecekler... Onun (Hz. Mehdi (a.s.)'ın) kılıncı kardaşlarıdır. Kılıcından korktukları için ister istemez hakimiyetine boyun eğecekler. Onun (Hz. Mehdi (a.s.)'ın) açık düşmanların fukaha olacak. Çünkü halk arasında bir imtiyazları kalmayacak. Hatta ahkam hususunda ilimleri de azalacak. Bu imamın (Hz. Mehdi (a.s.)'ın) gelişiyle alimlerin hükümlerdeki anlaşmazlıkları da giderilecek... Şayet elinde kılınç (ilim) olmasaydı fakihler onun (Hz. Mehdi (a.s.)'ın) ölümüne fetva verirlerdi. Lâkin Cenâb-ı Hak, onu (Hz. Mehdi (a.s.)’ı) keremiyle ve kılınç (kardeşleriyle) ile tathir edecek (temizleyecek), onlar ona (Hz. Mehdi (a.s.)’a) itaat edeceklerdir. Çünkü halk arasında imtiyazları kalmayacak, hatta ahkam hususunda ilimleri de azalacak. Hz. Mehdi (a.s.)'ın gelişiyle alimlerin hükümlerindeki ihtilâflar da giderilecek. Ondan (Hz. Mehdi (a.s.)'den) hem korkacaklar hem de birşeyler umacaklar. Kalben ondan (Hz. Mehdi (a.s.)'dan) nefret edecekler. Fakat buna rağmen ister istemez hükmünü kabul edecekler.(Medineli Allâme Muhammed b. Resul el-Hüseynî el-Berzencî, Kıyamet Alametleri, s. 187, Pamuk Yayıncılık) (Ramuz el-Hadis., s. 56, 73)
Hüseyin Hilmi Işık ise, “Saadet-i Ebediye” adlı eserinde Hz. Mehdi (a.s.)'ın bu özelliğini şöyle haber vermiştir: HAZRET-İ MEHDİ (A.S.), AHİR ZAMANDA DÜNYAYA GELECEKTİR. Resullulah Efendimiz (sav)’in soyundan olacaktır. İsa Aleyhisselam’la buluşacak, MEZHEPLERİ KALDIRACAK, YALNIZ ONUN MEZHEBİ KALACAK. (Hüseyin Hilmi Işık, Saadet-i Ebediye, s. 35)
Onun (Hz. Mehdi (a.s.)'ın) döneminde din tamamen rey'den arınmış olarak eski hüviyetini kazanacaktır. VERECEĞİ BİRÇOK HÜKÜMLERDE ULEMANIN MEZHEPLERİNE MUHALEFET EDECEKTİR. Bundan dolayı ondan (Hz. Mehdi (a.s.)'dan) uzak duracaklardır. Zira zanlarına göre, GERÇEKTEN ALLAH İMAMLARINDAN SONRA BİR MÜÇTEHİD BIRAKMADIĞINI KABULLENECEKLERDİR... (Muhyiddin Arabi, "Futuhat-El Mekkiye", 66. bab, c. 3, s. 327- 328)
3. HZ. MEHDİ (A.S.) HAKİM VASFINI TAŞIYACAKTIR:
Hz. Mehdi (a.s.), Allah'ın emrini aşikâr edecek, İslam ahlakını yeryüzünde yayacak ve DÜNYAYA (MANEN) HAKİM OLACAK..." diyen hadislerin sayısı: 47. (Safî-i Gulpayganî, Müntahab'ul-Eser, s. 15-19)
HZ. MEHDİ (A.S.), ADİL BİR HAKEM OLARAK ÇIKACAK...
(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 31)
... HZ. MEHDİ (A.S.)'IN KURANİ HÜKÜMRANLIĞI (Kuran ahlakının hakimiyeti)ALEMİN DOĞU VE BATISINI KAPLAYACAKTIR... (El-Mehdiyy-il Mev'ud, c: 1, s: 254- 255)
Ali ibn-İbrahim babası ibn Ebu Ömer, Mansur’dan, Fazıl el-Aour Ebu Übeyde’den bildirmiştir: “Peygamberin Ehli Beytinden Kaim (Hz. Mehdi (a.s.)) geldiğinde, Davud ve SüleymanHÜKÜMDARLIĞINA GÖRE YÖNETECEKTİR.”
“Hz. Mehdi (a.s.) benim torunlarımdandır... Göklerde ve yerde yaşayan tüm canlılar ve kuşlar bile, ONUN (Hz. Mehdi (a.s.)'ın)HÜKÜMDARLIĞINDAN VE HALİFELİĞİNDEN(manevi liderliğinden) mutluluk duyacaktır. Yirmi yıl boyunca HÜKÜM SÜRECEKTİR.” [El-Beyan fi Ahbari Sahib-üz Zaman]
HZ. MEHDİ (A.S.)'IN HÜKÜMRANLIĞI ZAMANINDA zalimlerin ve müstekbirlerin hükümranlığı, münafıkların ve hainlerin siyasi nüfuzu son bulacaktır. (El-Mehdiyy-il Mev'ud, c. 1, s. 252)
HZ. MEHDİ (A.S.)'IN HÜKÜMETİ zamanında herkese ilem ve hikmet öğretecekler, öyle ki; kadınlar evlerinde Allah'ın Kitabı ve Peygamber (sav)’in sünnetiyle hüküm edecekler. (Bihar'ül Envar, c. 52, s. 352)
Hz. Mehdi (a.s.)’ın yargı ve hükümlerinde, HZ. MEHDİ (A.S.)’IN HÜKÜMETİNDE kimseye bir iğne ucu kadar bile zulüm ve haksızlık edilmeyecek ve kimse rencide edilmeyecek.
(El-Mehdiyy-il Mev'ud, c. 1, s. 280, 283, 284)
"Fütühat-ül Mekkiye" isimli eserinde Muhyiddin Arabi el Endülüsi şöyle bildirmektedir: ... Onun (Hz. Mehdi (a.s.)'ın) düşmanları içtihad alimlerinin taklid edeneri olacak. Çünkü onlar Hz. Mehdi (a.s.)'ın mezhep imamlarının tersine hükmettiğini gördüklerinde bundan hoşlanmayacaklar, fakat karşı da gelmeyecekler... ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)'IN) kılıncı kardaşlarıdır. Kılıcından korktukları için ister istemez HAKİMİYETİNE BOYUN EĞECEKLER.
Onun (Hz. Mehdi (a.s.)'ın) açık düşmanların fukaha olacak. Çünkü halk arasında bir imtiyazları kalmayacak. Hatta ahkam hususunda ilimleri de azalacak. Bu imamın (Hz. Mehdi (a.s.)'ın) gelişiyle alimlerin hükümlerdeki anlaşmazlıkları da giderilecek... Şayet elinde kılınç (ilim) olmasaydı fakihler onun (Hz. Mehdi (a.s.)'ın) ölümüne fetva verirlerdi. Lâkin Cenâb-ı Hak, onu (Hz. Mehdi (a.s.)’ı) keremiyle ve kılınç (kardeşleriyle) ile tathir edecek (temizleyecek), onlar ona (Hz. Mehdi (a.s.)’a) itaat edeceklerdir. Çünkü halk arasında imtiyazları kalmayacak, hatta ahkam hususunda ilimleri de azalacak. Hz. Mehdi (a.s.)'ın gelişiyle alimlerin hükümlerindeki ihtilâflar da giderilecek. Ondan (Hz. Mehdi (a.s.)'den) hem korkacaklar hem de birşeyler umacaklar. Kalben ondan (Hz. Mehdi (a.s.)'dan) nefret edecekler. Fakat buna rağmen ister istemez hükmünü kabul edecekler.(Medineli Allâme Muhammed b. Resul el-Hüseynî el-Berzencî, Kıyamet Alametleri, s. 187, Pamuk Yayıncılık) (Ramuz el-Hadis., s. 56, 73)
Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan rivayete göre;
Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Benim Ehl-i Beyt'imden ismi, ismime uygun olan bir adam(HZ. MEHDİ (A.S.)) BÜTÜN ARAPLAR ÜZERİNE HAKİMİYET KURUNCUYA KADAR dünya (yok olup) gitmez.”
Yine Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan başka bir rivayete göre şöyle buyurmuştur:
“Benim Ehl-i Beyt'imden ismi ismime uygun olan bir adam (HZ. MEHDİ (A.S.)) (YERYÜZÜNDE) HAKİMİYET KURUNCUYA KADAR DÜNYA (YOK OLUP) GİTMEZ. O, daha önce zulum ve eziyet ile doldurulmuş olan dünyayı hak ve adaletle dolduracaktır.” -Ebu’l Kasım Taberâni “El- Mu’cemu’s-sagir” eserinde tahric etmiştir. Ayrıca, Tirmizi “ El-Cami” eserinde ve Ebu Davud da “Sünen” adlı eserinde yaklaşık olarak aynı manaya gelen fakat bazı lafızların yerleri değişik şekilde tahric etmişlerdir.
KIYAMET KOPMAZ, ÜMMETİMDEN BİR TAİFE (HZ. MEHDİ (A.S.) CEMAATİ) HERKES ÜZERİNDE HAKİM OLMADIKÇA. Onlar kendilerini terk edenlerin terk etmesine aldırmazlar ve kendilerine yardım edene de aldırmazlar.
(Ramuz El-Ehadis, 472 -Hanbelin Müsned'i - Buhari - Müslim)
İMAM MEHDİ (A.S)’IN HÜKÜMETİ (MANEVİ HAKİMİYETİ) SIRASINDA caddeler çoğalacaktır (yani sokaklar çok büyük ve geniş olacaktır). Bihar-ül Envar, c. 52, s. 333; Mikyaal al-Makaarim, c. 1, s. 294 Şeyh Tusi(a.r)’nin gaybetinden aktarılır.
4. HZ. MEHDİ (A.S.)’DA, ALLAH’IN ‘MEHDİ’ YANİ ‘HİDAYETE VESİLE OLAN’ İSMİ TECELLİ EDECEKTİR:
Allah'ın “Hadi” yani “Hidayet veren, Doğru yola ulaştıran” ismi, Hz. Mehdi’de de tecelli etmektedir. “Mehdi” ismi de, ”hidayete ulaştıran” anlamındadır. Hz. Mehdi (a.s.), Allah'ın izniyle dünyanın dört bir köşesindeki tüm insanların Allah'a iman etmelerine ve İslam ahlakına yönelmelerine vesile olacaktır.
“HZ. MEHDİ (A.S.) mutlaka kıyam edecek: ALLAH’IN İSİM VE BEREKETİYLE ZUHUR EDECEK” (Yani İmamın kıyamı kesindir.) O, Allah’ın ismi ve bereketiyle kıyam edecektir.(Yenabi-ul Mevedde, c. 2, s.197)
Hz. Mehdi (a.s.), ALEVLİ HİDAYET MEŞALESİYLE ALEMDE DOLAŞIR ve salihler gibi yaşar. (El-Mehdiyy-il Mev'ud, c: 1, s: 281-282 ve 266 ve 300.)
O (HZ. MEHDİ (A.S.)), yeryüzünü adalet, nur ve apacık delillerle dolduracaktır. Bütün ülkeler tümüyle ona itaat edecek ve onun karşısında boyun eğecektir. Öyle ki tüm kafirler iman edecek ve TÜM KÖTÜLER SALİH KULLAR (KÖTÜ İNSANLAR DÜZELİP HİDAYET BULUP SAMİMİ MÜSLÜMANLAR) OLACAKTIR.” (İsbat-ul Hudat, c. 7, s. 49)
“Ey Ehl-i Beyt! Mehdi (a.s.) bizdendir. Aziz ve celil olan ALLAH ONU (HZ. MEHDİ (A.S.)’Yİ) BİR GECEDE ISLAH VE İRŞAD EDECEK (doğru yolu gösterecek).” (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, İmam Şarani, s. 437)
5. HZ. MEHDİ (A.S.), ‘MÜRŞİD’ VE ‘KUTB-U AZAM’ YANİ ‘MÜSLÜMANLARIN KENDİSİNE BAĞLANDIKLARI EN BÜYÜK EVLİYALARDAN BİRİ VE ZAMANININ EN BÜYÜK MÜRŞİDİ’ VASFINI TAŞIYACAKTIR:
Allah'ı Teala’nın Hz. Mehdi (a.s.)'a nasıl yardım edeceğini İmam Rıza (a.s) şöyle açıklamıştır: Allah Hz. Mehdi (a.s.)'a kalp genişliği verecektir. Kalbini hakikat ve hikmetlerin çeşmesi kılacak, ona daima ilmini ilham edecektir.
Ondan sonra hiçbir sorunun cevabından aciz kalmayacak, SAHİH YOL GÖSTERİCİLİKTE VE HAKİKATLARI BEYANDA ASLA SAPIKLIĞA DÜŞMEYECEKTİR: (Allah'ın dilemesiyle) hatadan masumdur. DAİMA ALLAH’IN YOL GÖSTERİCİLİK, TEVFİK VE TEYİTLERİNE MAZHARDIR. Hata ve sürçmelerden emandadır. Kullarına hüccet ve şahid olması için onu bu makama Allah seçmiştir. Allah bu İlahi ihsanını istediğine verir ve Allah büyük ihsan sahibidir.(Usul-u Kafi, c. 1, s. 390)
İmam Muhammed Bakır (a.s) da buyurmuştur ki: Kaimimiz (HZ. MEHDİ (A.S.)) kıyam edince kulların başına elini sürecek ve onların dağınık fikirlerini bir yere toplayacaktır. Onları bir hedefe doğru yöneltecek ve ONLARDA BEĞENİLMİŞ AHLAKI MÜKEMMELİK SEVİYESİNE ULAŞTIRACAKTIR.(Bihur-ul Envar, c. 52, s. 336)
Nitekim Hakim et-Tirmizi –kuddise sırruh- Hazretleri “Hatmü’l-evliya” kitabında Hz. Mehdi (a.s.) için şöyle demiştir: “Nasıl ki peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed –sallallahu aleyhi ve sellem-e ‘HATEMÜ’N-NÜBÜVVE’ VERİLMİŞSE VE O BÜTÜN PEYGAMBERLER ÜZERİNE ALLAH-U TEALA’NIN BİR HÜCCETİ İSE, VELİLERİN SONUNCUSU OLAN BU VELİ (HZ. MEHDİ) DE AHİR ZAMANDA ÖYLE OLACAKTIR.” Muhyiddin İbnü’l-Arabi –kuddise sırruh- Hazretleri, Hakim et-Tirmizi –kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Hatmü’l-evliya”da sorduğu soruları cevaplandırmak için yazdığı “el-Cevabü’l-Müstakim” isimli eserinde şöyle buyurmuştur:
“Buna hak kazanan, ceddine (yani Muhammed Aleyhisselam’a) çok benzeyen bir kimsedir. O (HZ. MEHDİ (A.S.))ARAPÇA’YI PEK İYİ KONUŞAMAZ, FAKAT AHLAKI HUSUSUNDA ONDAN FARKLI DA OLMAZ. O (HZ. MEHDİ (A.S.)), ORTA BOYLU ERLERDENDİR. MÜLKÜN DÖNEMİ ONUNLA BİTER VE VELAYET ONUNLA HATME ERER. Onun (HZ. MEHDİ (A.S.)’IN),ismi ‘Diri’ olan bir yardımcısı vardır. Aslı ruhani, görünüşü insanidir.”
(El-Cevabü’l-Müstakim amma Seele anhü et-Türmizi el-Hakim, Bayezid, no: 3750, 242b yaprağı)(Nurun Ala Nur Kalblerin Anahtarı Allah-u Teala’nın Buyurduğu, Resulullah Aleyhisselam’ın Duyurduğu KIYAMET ve ALAMETLERİ ÖMER ÖNGÜT / Hakikat Yayıncılık, s. 288)
http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/19336
31 Ekim 2010 Pazar
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi (a.s.)'nin Çıkış Zamanıyla İlgili Sözleri
1.
... İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE 1400 SENE SONRA GELECEK BİR HAKİKATİ ASIRLARINDA KARİB (YAKIN) ZANNETMİŞLER.... (Sözler, s. 318)
ÜSTAD’IN BU İFADESİ “SÖZLER” RİSALESİNDE GEÇMEKTEDİR. SÖZLER RİSALESİ 1926 (HİCRİ 1345) YILINDA TAMAMLANMIŞTIR. YANİ HİCRİ 1300 İÇİNDE HEM ÜSTADIN TÜM ESERLERİ HİCRİ 1300 DE TAMAMLANDIĞI GİBİ KENDİSİ DE YİNE HİCRİ 1300 İÇİNDE VEFAT ETMİŞTİR. OYSA ÜSTAD BU SÖZÜNDE HZ. MEHDİ (A.S.)’IN, HİCRİ 1400 DE ZUHUR EDECEĞİNİ İFADE ETMEKTEDİR.
Sekizinci Asıl: Cenab-ı Hakîm-i Mutlak, şu tecrübe ve imtihan meydanı çok mühim şeyleri, çok fazla eşyayı içinde saklıyor. O saklamakla çok hikmetler, çok işler bağlıdır. Meselâ: (Kadir gecesi, umum ramazanda; duanın kabul edildiği saati, Cum'a gününde; makbul velisini, insanlar içinde; eceli, ömür içinde ve kıyametin vaktini, dünya hayatı içinde saklamış. Zira insanın eceli belli olsa, yarı ömrüne kadar kesin bir gaflet, yarıdan sonra darağacına adım adım gitmek gibi bir dehşet verecek. Halbuki âhiret ve dünya dengesini muhafaza etmek ve her vakit korku ve ümit ortasında bulunmak durumu gerekir ki; her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun. Şu halde belirsiz tarzdaki yirmi sene belirsiz bir ömür, bin sene bir ömre tercih edilir. İşte kıyamet dahi şu insan-ı ekber olan dünyanın ecelidir. Eğer vakti aşikar olsaydı, bütün ilkçağ ve orta çağ kesin bir gaflete dalacak idiler ve yeniçağ ve ilkçağ dehşette kalacaktı. İnsan nasıl kişisel yaşam hanesinin ve köyünün bekasıyla alâkadardır. Öyle de; hayatı ve nev'iyesiyle, dünyanın ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır. Kur'an “Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı. (Kamer Sûresi: 1.)” der. "Kıyamet yakındır" ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına halel vermez. Zira kıyamet, dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya ikibin sene, bir seneye nisbetle bir-iki gün veya bir-iki dakika gibidir. Kıyamet saati yalnız insanlığın eceli değil ki, onun ömrüne kıyaslanıp uzak görülsün. İşte bunun içindir ki, Mutlak Hakim, Beş bilinmeyen şey( Kıyâmetin ne zaman kopacağı, yağmurun ne zaman yağacağı, rahîmlerde olanı, kişinin yarın ne kazanacağı ve kişinin nerede, ne zaman öleceği.) olarak ilminde saklıyor. İşte bu kapalı bırakma sırrındandır ki, her asır, hattâ gerçeği göre asır olan Asr-ı Saadet dahi daima kıyametten korkmuşlar. Hattâ bazıları, " alametleri hemen hemen çıkmış" demişler.
İşte bu hakikatı bilmeyen insafsız insanlar derler ki: "Âhiretin açıklamasını ders alan basiretli, kalbli, keskin nazarlı olan sahabeler, niçin 1000 sene hakikattan uzak olarak, İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE 1400 SENE SONRA GELECEK BİR HAKİKATİ ASIRLARINDA YAKIN ZANNETMİŞLER.
Elcevab: Çünki Sahabeler, Peygamber Efendimizin sohbetinin bereketi ile herkesten çok ahiret yurdunu düşünerek, dünyanın geçiciliğini bilerek, kıyametin belirsiz vaktindeki ilahi hikmeti anlayarak ecel-i şahsî gibi dünyanın eceline karşı dahi daima bekleyen bir vaziyet alarak, âhiretlerine ciddî çalışmışlar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın "Kıyameti bekleyiniz, intizar ediniz" ifadesini tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir uyarı olmuştur. Yoksa belirli bir vukuuya dair bir vahyin hükmüyle değildir ki, hakikattan uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet ayrıdır. İşte Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bu nevi sözleri anlaşılmayacak şekilde kapalı konuşma hikmetinden ileri geliyor. Hem şu sırdandır ki; Mehdi, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek şahısları çok zaman evvel hattâ Hz. Muhammed'in (a.s.m.) ashabıyla görüşmüş, onlardan hadis dinlemiş ve ders almış olan Müslümanların zamanında bile beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velayet "Onlar geçmiş" demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlahiyeye muhtaç olur ki; vakitleri belli olmasın. Çünki her zaman, her asır, manevi kuvvetin takviyesine vesile olacak ve ümitsizlikten kurtaracak "Mehdi" manasına muhtaçtır. Bu manada, her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve lâkaydlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müdhiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer tayin edilseydi, herkesi doğru yola sevketmenin gereği ziyan olurdu.
Şimdi Mehdi gibi şahısların hakkındaki rivayetlerin ihtilafatı ve sırrı şudur ki: Ehadîsi tefsir edenler, hadisin tam metnini tefsirlerine ve istinbatlarına (Müçtehid veya büyük bir âlimin gizli bir manayı içtihad ile meydana çıkarması) tatbik etmişler. MESELÂ: SALTANAT MERKEZİ O VAKİT ŞAM'DA VEYA MEDİNE'DE OLDUĞUNDAN, HZ. MEHDİ (A.S.) VE SÜFYANIN HADİSELERİNİ SALTANAT MERKEZİ CİVARINDA OLAN BASRA, KÛFE, ŞAM GİBİ YERLERDE TASAVVUR EDEREK ÖYLE TEFSİR ETMİŞLER. HEM DE O ŞAHISLARIN ŞAHS-I MANEVÎSİNE VEYA TEMSİL ETTİKLERİ CEMAATE AİT BÜYÜK ESERLERİ O ŞAHISLARIN ZÂTLARINDA TASAVVUR EDEREK ÖYLE TEFSİR ETMİŞLER Kİ, O HARİKA ŞAHISLAR ÇIKTIKLARI VAKİT BÜTÜN HALK ONLARI TANIYACAK GİBİ BİR ŞEKİL VERMİŞLER. HALBUKİ DEMİŞTİK: BU DÜNYA TECRÜBE MEYDANIDIR. AKLA KAPI AÇILIR, FAKAT İHTİYARI ELİNDEN ALINMAZ. ÖYLE İSE O (ŞAHISLAR, HATTÂ O MÜTHİŞ DECCAL DAHİ ÇIKTIĞI ZAMAN ÇOKLARI, HATTÂ KENDİSİ DE BAŞLANGIÇTA DECCAL OLDUĞUNU BİLMEZ. BELKİ NUR-U İMANIN DİKKATİYLE, O AHİR ZAMAN ŞAHISLARI TANINABİLİR. (Sözler, s. 318)
2.
ÜSTAD BU SÖZÜ “ MİLADİ 1936 YANİ HİCRİ 1355’DE 1. ŞUA’DA İFADE ETMİŞTİR. BU TARİHE GÖRE BİR ASIR SONRASI HİCRİ 1400’LERE DENK GELMEKTEDİR.
... Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa BUNDAN BİR ASIR SONRA ZULÜMATI DAĞITACAK ZATLAR İSE, HAZRET-İ MEHDİ'NİN TALEBELERİ OLABİLİR.” Her ne ise... Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. İbrahim Suresi, 1)
(Şualar, 1. Şua, s. 605), (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 90)
- “Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.” (Tevbe Suresi, 32) ayetindeki, "...Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor" cümlesinin ebced değeri: HİCRİ 1424 YANİ MİLADİ “2004” tür.
3.
"HAKİKİ BEKLENİLEN VE BİR ASIR SONRA GELECEK O ZAT" ... (Kastamonu Lahikası, s. 61-62)
ÜSTAD BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ BU İFADESİNİ, 1936 (HİCRİ 1354) YILINDA YAZDIĞI KASTAMONU LAHİKASI'NDA BELİRTİYOR. BU TARİHLER HİCRİ 1300’LERE DENK GELMEKTEDİR. ÜSTAD’IN “BİR ASIR SONRA...” ŞEKLİNDE İFADE ETTİĞİ 100 YIL SONRASI İSE HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ZUHUR ETTİĞİ HİCRİ 1400’E DENK GELMEKTEDİR.
...SİZİN FEVKALÂDE SADÂKAT VE YÜKSEK GAYRETİNİZDEN ÇIKAN BİR HAFTA EVVELKİ MEKTUBUNUZA KARŞI HÜSN-Ü ZANNINIZI BİR DERECE ÇÜRÜTEN BENİM CEVABIMIN HİKMETİ ŞUDUR Kİ: “…BU ZAMANDA ÖYLE FEVKALÂDE HÂKİM CEREYANLAR VAR Kİ, HERŞEYİ KENDİ HESABINA ALDIĞI İÇİN, FARAZA HAKİKİ BEKLENİLEN VE BİR ASIR SONRA GELECEK O ZAT dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.
HEM ÜÇ MES'ELE VAR: BİRİ HAYAT, BİRİ ŞERİAT, BİRİ İMANDIR. HAKİKAT NOKTASINDA EN MÜHİMMİ VE EN A'ZAMI, İMAN MES'ELESİDİR. Fakat şimdiki umumun gözünde ve dünya şartlarının zorluklarında en mühim mes'ele, hayat ve şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç mes'elenin birden dünyada vaziyetlerini değiştirmek insanoğlu için geçerli olan âdetullaha uygun gelmediğinden, her halde en büyük mes'eleyi esas yapıp, öteki mes'eleleri esas yapmayacak. TÂ Kİ İMAN HİZMETİ HALİSHANELİĞİNİ HALKIN GÖZÜNDE BOZMASIN VE HALKIN ÇABUK İĞFAL OLUNABİLEN AKILLARINDA, O HİZMET BAŞKA MAKSADLARA ÂLET OLMADIĞI TAHAKKUK ETSİN.” (KASTAMONU LAHİKASI, S. 61-62)
4.
YETMİŞ BİRDE FECR-İ SADIK BAŞLADI VEYA BAŞLAYACAK. EĞER BU, FECR-İ KAZİB DE OLSA, OTUZ-KIRK SENE SONRA FECR-İ SADIK ÇIKACAK...” (Hutbe-i Şamiye, s. 23)
“...Evet ŞİMDİ OLMASA DA 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet ve medeniyetin mehasini o üç kuvveti tam teçhiz edip, cihazatını verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek.” (Hutbe-i Şamiye, s. 25)
ÜSTAD BU SÖZÜNÜ HİCRİ 1327 (MİLADİ 1911) YILINDA ŞAM’DA EMEVİ CAMİİ’NDE VERDİĞİ HUTBESİNDE SÖYLEMİŞTİR. BURADA ÜSTAD, İSLAM ALEMİNİN, HİCRİ 1371'DEN YANİ MİLADİ 1951’DEN SONRAKİ GELECEĞİNE YÖNELİK İZAHLAR YAPMIŞTIR. ÜSTAD’IN HUTBE-İ ŞAMİYE’DE VERDİĞİ TARİHLERİN HEPSİ HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ZUHUR ZAMANI OLAN HİCRİ 1400 İÇİNDEDİR.
....“...Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, parlaklığının sönmesine ve insanlığı aydınlatmasına mani olan perdeler açılmaya başlamışlar. O mani olanlar çekilmeye başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o tan vaktinin alametleri göründü.YETMİŞ BİRDE FECR-İ SADIK BAŞLADI VEYA BAŞLAYACAK. EĞER BU, FECR-İ KAZİB DE OLSA, OTUZ-KIRK SENE SONRA FECR-İ SADIK ÇIKACAK...” (Hutbe-i Şamiye, s. 23)
“...Evet ŞİMDİ OLMASA DA 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet ve medeniyetin güzelliklerini, o üç kuvveti tam teçhiz edip, maddi manevi aletlerini verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için doğruyu arama eğilimini ve insaf ve insan sevgisini o dokuz düşman tayfasının cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA ONLARI DARMADAĞIN EDECEK.” (Hutbe-i Şamiye, s. 25)
Üstad burada, Hicri 1371'den yani Miladi 1951’den sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapıyor
Hicri 1371 + 30 = 1401 (Miladi 1981) (30 yıl sonrası)
Hicri 1371 + 40 = 1411 (Miladi 1991) (40 yıl sonrası)
Hicri 1371 + 50 = 1421 (Miladi 2001) (yarım asır sonrası)
5.
TÂ AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE, ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDÎ VE TALEBELERİ CENAB-I HAKKIN İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETTİRİR ...(Kastamonu Lahikası, Sayfa 72, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 258, Hizmet Rehberi, Sayfa 267, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 153)
ÜSTAD, KASTAMONU LAHİKASI’NI 1936 YILINDA HAZIRLAMIŞTIR. BU ESERİNDE “TA AHİR ZAMANDA....” İFADESİYLE RİSALE-İ NUR’UN ASIL SAHİPLERİ OLARAK NİTELENDİRDİĞİ HZ. MEHDİ (A.S.) VE TALEBELERİNİN KENDİSİNDEN ÇOK DAHA SONRAKİ BİR VAKİTTE GELECEKLERİNİ İFADE ETMİŞTİR.
Âhir fıkrasında, Muhbir-i Sâdıkın haber verdiği "galibiyetler kazanmak ve zulümatı dağıtma zamanın hemen hemen gelmesi ve zeminin oluşması" diye fıkrasına, bütün ruhu canımızla rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risale-i Nur talebeleri ise, vazifemiz hizmettir; vazife-i İlahiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber, miktara değil, keyfiyete bakmak, hem çoktan beri ahlak kaybına ve dünya hayatını her cihetle ahirete tercih ettirmeye sevk eden dehşetli sebepler altında Risale-i Nur’un şimdiye kadar galibiyeti ve kafirlerin ve dalâlettekilerin saldırılarını kırması ve yüz binler biçarelerin imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakikî mümin talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdık’ın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuatla ispat etmiş ve ediyor, inşaAllah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki, inşaAllah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sinesinden onu (risale-i nuru) çıkaramaz. TÂ AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE, ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDÎ VE TALEBELERİ CENAB-I HAKKIN İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETTİRİR VE O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR. BİZLER DE KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ.Kastamonu Lahikası, Sayfa 72, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 258, Hizmet Rehberi, Sayfa 267, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 153)
6.
FAKAT O İLERİDE GELECEK ACİP (Şaşılan ve hayret uyandıran şey; benzeri görülmeyen; garip) ŞAHSIN BİR HİZMETKÂRI VE ONA YER HAZIR EDECEK BİR DÜMDÂRI (Ordunun geriden gelen emniyet kuvveti) VE O BÜYÜK KUMANDANIN PÎŞDÂR (öncü) BİR NEFERİ (askeri) OLDUĞUMU ZANNEDİYORUM. Ve ondadır ki, sen de yazılan şeylerden o acip kokusunu aldın.(Barla Lahikası, sf. 162)
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “BARLA LAHİKASI”NI 1926 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. BU ESERİNDE ÜSTAD, HZ. MEHDİ (A.S.)’IN İLERİDE GELECEĞİNİ AÇIK BİR ŞEKİLDE İFADE ETMİŞTİR. KENDİSİNİN HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ÖNCÜSÜ VE ONA ZEMİN HAZIRLAYAN BİR HİZMETKARI OLDUĞUNU İFADE ETMİŞTİR.
Senin şu âciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardeşin, bin derece haddimin üstünde olarak, KENDİMİ O GELECEK ADAM olduğumu iddia edemem, hiçbir cihette ehliyetim yoktur. FAKAT O İLERİDE GELECEK HAYRET UYANDIRAN ŞAHSIN BİR HİZMETKÂRI VE ONA YER HAZIR EDECEK BİR EMNİYET KUVVETİ VE O BÜYÜK KUMANDANIN ÖNCÜ BİR ASKERİ OLDUĞUMU ZANNEDİYORUM. Ve ondadır ki, sen de yazılan şeylerden o acip kokusunu aldın. (Barla Lahikası, sf. 162)
7.
... AHİR ZAMANDA GELECEK EN BÜYÜK MÜCEDDİDİ İŞARİ ANLAMDA HABER VERİYORLAR. Fakat O GELECEK ZATIN ve cemiyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi... (Tılsımlar Mecmuası, sf. 168)
TILSIMLAR MECMUASI, RİSALE-İ NUR’UN ÇEŞİTLİ KISIMLARINDAN DERLENMİŞ BİR KİTAPTIR. TILSIMLAR MECMUASI’NDA YER ALAN BU SÖZÜNDE ÜSTAD “O GELECEK ZAT…” İFADESİYLE KENDİ ZAMANINDA HENÜZ MEHDİ (A.S.)’IN YAŞAMADIĞINI AHİR ZAMANDA GELECEĞİNİ BELİRTMİŞTİR. AYRICA AHİR ZAMANA KADAR, GELEN HİÇBİR MÜCEDDİDİN TOPLU OLARAK YAPMADIĞI 3 VAZİFENİN MEHDİ (A.S.) TARAFINDAN YAPILACAĞINI DA İFADE ETMİŞTİR.
...Bazı ayet-i kerime ve hadis-i şerife AHİR ZAMANDA GELECEK en büyük müceddidi işari anlamda haber veriyorlar. Fakat O GELECEK ZATIN ve cemiyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi olan ve zahiren en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve iman hakikatlerini güneş gibi göstermek vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin şahs-ı manevisi tam yaptıklarından; O GELECEK ZATA DAİR HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-I NUR'UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE ÇALIŞMIŞLAR VE ŞERİATI DİRİLTME VE HİLAFETİ TATBİK OLAN ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU İKİ MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR. Onların kanaatleri, onların Risale-i Nur'dan istifade cihetinde faidelidir, zararsızdır; fakat Nur'un mesleğindeki ihlasa ve hiçbir şeye alet olmamasına ve dünyevi ve manevi makamatı aramamasına zarar verdiği gibi, Nurların muhafızları her taifenin hususan siyasi taifenin tenkidine ve hücumuna vesile olabilir... (Tılsımlar Mecmuası, sf. 168)
8.
BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR Kİ; SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSALE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 11, Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 310
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ”Yİ 1928 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD BU ESERİNDE HZ. MEHDİ (A.S.)’DAN BAHSEDERKEN KENDİSİNDEN “SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT...”’IN YANİ HZ. MEHDİ (A.S.)’IN; ÜSTAD’IN HAZIRLAMIŞ OLDUĞU VE ASIL SAHİBİNİN HZ. MEHDİ (A.S.) OLDUĞUNU İFADE ETTİĞİ RİSALE-İ NUR’LARI NEŞR VE TATBİK EDECEĞİNİ İFADE ETMİŞTİR.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: ... On seneden beri kanaatlerini tâdile (düzeltmeye) çalıştığım halde, o cesur kardeşler kanaatlerinde ileri gidiyorlar. Evet, onlar, On Sekizinci Mektuptaki iki ehl-i kalb çobanın macerası gibi, hak bir hakikati görmüşler; fakat tabire muhtaçtır. O hakikat de şudur:
ÜMMETİN BEKLEDİĞİ, AHİR ZAMANDA GELECEK ZATIN ÜÇ VAZİFESİNDEN EN MÜHİMMİ VE EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI OLAN SARSILMAZ BİR ÎMÂNI YAYMAK VE EHL-İ İMANI DALALETTEN KURTARMAK YÖNÜYLE, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen tümüyle Risâle-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı mânevîyi bir hizmetkarına vermişler, o hizmetkara iltifatlılıkla bakmışlar. BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR Kİ, SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSÂLE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞİR VE TATBİK EDECEK’.
O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektedir. Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddî bir kuvvet ve hakimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.
O zatın üçüncü vazifesi, İslam halifeliği İslam birliğine bina ederek, Dindar hıristiyanlarla ittifak edip İslam dinine hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır. Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve tevile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşe verir ve vermiş; hücumlarına vesile olur. ÇÜNKÜ, BİRİNCİ VAZİFENİN HAKİKATİNİ VE KIYMETİNİ GÖREMİYORLAR; ÖTEKİ CİHETLERE HAMLEDERLER.
Kardeşlerimin ikinci iltibası (yanlışlık):
Fâni ve çürütülebilir bir şahsiyeti, bazı yönleriyle birinci vazifede öncülük eden Nur talebelerinin şahs-ı mânevîsini temsil eden o âciz kardeşine veriyorlar. Halbuki bu iki yanlışlık da Risale-i Nur'un hakikî ihlâsına ve hiçbir şeye, hattâ mânevî ve uhrevî makamlara dahi âlet olmamasına bir cihette zarar verdiği gibi, ehl-i siyaseti de heyecana düşürüp Risale-i Nur'un neşrine zarar gelir. Bu zaman, şahs-ı mânevî zamanı olduğu için, böyle büyük ve kalıcı hakikatler, fâni ve âciz ve sukut kaybolabilir şahsiyetlere bina edilmez.
Elhasıl: O GELECEK ZATIN İSMİNİ VERMEK, üç vazifesi birden hatıra geliyor; yanlış olur. Hem hiçbir şeye âlet olmayan nurdaki ihlâs zedelenir, müminlerin nazarında hakikatlerin kuvveti bir derece noksanlaşır. Kesin deliller dahi, kabule mazhar olmuş hüküm ve iddiaları zann-ı galip haline getirir; daha inatçı dalâlete ve hakkı kabul etmekte direnen dinsizlere tam anlamıyla üstün gelmesi, hayrete düşen, ehl-i imanda görünmemeye başlar. Ehl-i siyaset evhama ve bir kısım hocalar itiraza başlar. Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip görülmüyor. Belki "Müceddiddir, onun pişdarıdır (öncüsüdür)" denilebilir. Umum kardeşlerimize binler selâm. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9-11)
Ümmetin beklediği, ahirzamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en değerlisi olan Tahkiki iman, yayma ve ehl-i îmanı batıla yönelmekten kurtarmak yönleriyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen tümüyle Risale-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı a’zam ve Osman-ı Halidî gibi zatlar bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı manevîyi bir hizmetçisine vermişler, o hizmetçiye iltifat ederek bakmışlar. BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR Kİ; SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSALE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK. Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 310
9.
FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR. ÖYLE KUDSÎ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LÂZIM GELİR. VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANÎ ZATLARA ZEMİN HAZIRLIYORUZ ...(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189) (Barla Lahikası, 28. Mektuptan 7. Risale Olan 7. Mesele)
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “BARLA LAHİKASI”NI 1926 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD RİSALELERİNDE YAŞADIĞI DÖNEMİN KIŞ OLDUĞUNU İFADE EDEN İZAHLAR YAPARKEN HZ. MEHDİ (A.S.)’DAN BAHSETTİĞİ BU BÖLÜMDE MEHDİ VE TALEBELERİNE HİTABEN ONLARIN BAHARDA GELECEKLERİNİ İFADE ETMİŞ, YAPTIĞI BU ÇALIŞMALARLA KENDİSİNDEN SONRA GELECEK OLAN O MÜBAREK İNSANLARA ORTAM HAZIRLADIĞINI BELİRTMİŞTİR.
Beşinci Sebep: Çok zaman evvel bir evliyadan olan kimselerden işittim ki: O zat, eski velîlerin gaybî işaretlerinden bazı çıkarımlarda bulunmuş ve kanaati gelmiş ki, "Doğu tarafından bir nur zuhur edecek, bid'aların zulümâtını dağıtacak." Ben böyle bir nurun zuhurunu çok ümit ederek bekledim ve ediyorum. FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR. ÖYLE KUDSÎ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LÂZIM GELİR. VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANÎ ZATLARA ZEMİN HAZIRLIYORUZ. Madem kendimize ait değil; elbette, Sözler namındaki nurlara ait olan İlahi yardımları beyan etmekte övünmek ve gurur olamaz; belki şükür sebebi ve şükür ve Cenâb-ı Hakk`a karşı şükrünü edâ etmek ve teşekkür etmek maksadıyla kavuştuğu nîmeti başkalarına anlatmak olur. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189) (Barla Lahikası, 28. Mektuptan 7. Risale Olan 7. Mesele)
10.
AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA, ELBETTE EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD, HEM EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD, HEM HAKİM, HEK MEHDİ, HEM MÜRŞİD, HEM KUTB-U AZAM OLARAK BİR ZAT-İ NURANİYİ GÖNDERECEK VE O ZAT DA, EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN OLACAKTIR...(Mektubat, 411-412)
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “MEKTUBAT’I 1929 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD’IN DÖNEMİNDE AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI OLAN DARWINİZM, MATERYALİZM VE ATEİZM’İN TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİSİ BUGÜNKÜ GİBİ ŞİDDETLİ DEĞİLDİ. OYSA HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ZUHUR YÜZYILI OLAN HİCRİ 1400, BU DİNSİZ AKIMLARIN ÇOK HIZLI İVME KAZANDIĞI, İNSANLAR VE TOPLUMLAR ÜZERİNDE ETKİLERİNİ EN ŞİDDETLİ HALE GETİRDİKLERİ BİR YÜZYIL OLMUŞTUR. DÖNEMLERİNDE YAPTIKLARI HİZMETLER İTİBARİYLE, ÜSTAD’IN ŞAHSI DA, ONDAN ÖNCE GELEN MÜCTEHİDLER DE; TAMAMI HZ. MEHDİ (A.S.)’DA TOPLANACAK OLAN EN BÜYÜK MÜCEDDİD, EN BÜYÜK MÜRŞİT VE MÜÇTEHİD, HAKİM, MEHDİ VE KUTB-U AZAM SIFATLARINA BİR ARADA SAHİP OLMAMIŞLARDIR.
Elcevap: Cenab-ı Hakk; en yüksek rahmetinden, İslami hükümlerin eğitimine korunmasına bir alamet olarak, her bir fesat zamanında bir ıslah edici veya bir müceddit veya şanlı bir halife veya en büyük bir kutb veya kusursuz bir kılavuz veyahut bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zatları göndermiş; fesadı giderip, milleti ıslah etmiş; Din-i Ahmediye (A.S.M) muhafaza etmiş. Madem adeti öyle cereyan ediyor, AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA, ELBETTE EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD, HEM EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD, HEM HAKİM, HEM MEHDİ, HEM MÜRŞİD, HEM KUTB-U AZAM OLARAK BİR NURLU KİŞİYİ GÖNDERECEK VE O ZAT DA, PEYGAMBERİMİZ (SAAS)’İN SOYUNDAN OLACAKTIR. Cenab-ı Hakk, bir dakika zarfında gök ve yerin arasını bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin örneğini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadir-i Zülcelal; Mehdi ile de, İslam aleminin karanlıklarını dağıtabilir. Ve va'detmiştir, va'dini elbette yapacaktır. Kudret-i İlahiye noktasında bakılsa, gayet kolaydır. Eğer sebepler dairesi ve Allah’ın hikmeti noktasında düşünülse, yine o kadar makul ve oluşa layıktır ki; 'Eğer muhbir-i Sadık'tan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lazım gelir. Ve olacaktır' diye tefekkürde bulunanlar hükmeder. ..... Hz. İbrahim (as)’ın soyu gibi öyle bir vaziyet almış ki, umum mübarek silsilelerin başında, açıklık alanlar ve kuytu toplanma yerlerinde o nuranî zatlar kumandanlık ediyorlar. Ve öyle kadar kalabalıktırlar ki, o kumandanların tümü, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanütle bir tümen vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini mübarek topluluk hükmünde dayanışma düzeni ve uyanış içinde tutsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz. İşte, o pek kalabalık o güç yetiren ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır ve Hazret-i Mehdînin en has ordusudur.
Evet, bugün dünya tarihinde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve anane ile birbirine birbirine bitişik ve en yüksek şeref ve Âli hasep ve asil (soyla) mümtaz (ayrıcalıklı) hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin (olgun ve değerli kişiler) namdar (namlı) reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemiyeten (sayıca) milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih (akıllı, sorumluluk sahibi) ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî (Peygamber sevgisi) ile dolu ve cihandeğer (dünyanın en kıymetlisi) şeref-i intisabıyla (mensup olmasıyla) serfirazdırlar (seçkindirler).BÖYLE BÜYÜK BİR CEMAAT İÇİNDEKİ MUKADDES KUVVETİ COŞTURACAK VE UYANDIRACAK BÜYÜK VE ÖNEMLİ OLAYLAR MEYDANA GELİYOR. ELBETTE O BÜYÜK KUVVETTEKİ HAYSİYET VE MUKADDESATI KORUMA DUYGUSU GALEYANA GELECEK VE HAZRET-İ MEHDÎ BAŞINA GEÇİP DOĞRU YOLA VE GERÇEĞE YÖNLENDİRECEK. BÖYLE OLMAK VE BÖYLE OLMASINI, BU KIŞTAN SONRA BAHARIN GELMESİ GİBİ, ÂDETULLAHTAN VE ALLAH’IN RAHMETİNDEN BEKLERİZ.
11.
MEHDÎ’NİN ÜÇ VAZİFESİ
(Emirdağ Lahikası-I, ss. 231-233.)
ÜSTAD BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİ EMİRDAĞ LAHİKASI’NI 1949 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. BU ESERİNDE ÜSTAD HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ÖZELLİKLE DARWINİZM, MATERYALİZM VE ATEİZM FELSEFELERİNİ TAM SUSTURARAK İNSANLARIN İMANINI KURTARMAYA VESİLE OLACAK ŞEKİLDE ÇOK ETKİLİ ÇALIŞMALAR YAPACAĞINI İFADE ETMİŞTİR. ÜSTAD, KENDİSİNİN YAŞADIĞI DÖNEM DAHİL OLMAK ÜZERE HER DÖNEMDE BİR NEVİ MEHDİ VASFINA SAHİP İNSANLAR GELDİĞİNİ ANCAK HİÇBİRİNİN BU ÜÇ VAZİFEYİ BİR ARADA YAPMA KUDRETİNE SAHİP OLAMADIKLARINI İFADE ETMİŞTİR.
Mehdî’nin üç vazifesi
Nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi (talebesi), çokların namına (başkaları adına) benden sordu ki: "Nurun halis ve ehemmiyetli bir kısım şakirdleri, pek musırrane (ısrarla) olarak ahirzamanda gelen al-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin halde onlar ısrar ediyorlar.
Sen de bu kadar musırrane (ısrarla) onların fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onların elinde bir hakikat ve kat’î (kesin) bir hüccet (delil) var ve sen de bir hikmet ve hakikata binaen onlara muvafakat (müsaade) etmiyorsun. Bu ise bir tezattır, her halde hallini istiyoruz."
Ben de bu zatın temsil ettiği çok mesaillere (meselelere) cevaben derim ki: O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihette bir tabir ve te’vil lazım.
Birincisi: ÇOK DEFA MEKTUPLARIMDA İŞARET ETTİĞİM GİBİ, MEHDÎ AL-İ RESÛLÜN TEMSİL ETTİĞİ MUKADDES CEMAATİNİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİN ÜC VAZİFESİ VAR. EĞER ÇABUK KIYAMET KOPMAZSA VE BEŞER BÜTÜN BÜTÜN YOLDAN ÇIKMAZSA, O VAZİFELERİ ONUN CEMİYETİ VE SEYYİDLER CEMAATİ YAPACAĞINI RAHMET-İ İLAHİYEDEN BEKLİYORUZ. VE ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK:
Birincisi : Fen ve felsefenin tesiriyle ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu beşer içine yayılmasıyla, her şeyden evvel felsefeyi ve materyalizm, darwinizm ve ateizm salgını, fikrini tam susturacak bir tarzda îmanı kurtarmaktır. İiman edenleri sapkınlıktan korumak ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tetkiklerle meşgul olmayı gerektirdiğinden, Hazret-i Mehdî’nin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakti ve hali müsaade edemez. Çünkü hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) yönündeki saltanatı, onun ile uğraşmaya vakit bırakmıyor. HERHALDE O VAZİFEYİ ONDAN EVVEL BİR TAİFE BİR CİHETTE GÖRECEK. O ZAT, O TAİFENİN UZUN TETKİKLERİ İLE YAZDIKLARI ESERİ KENDİNE HAZIR BİR PROĞRAM YAPACAK, ONUN İLE O BİRİNCİ VAZİFEYİ TAM YAPMIŞ OLACAK. BU VAZİFENİN DAYANDIĞI KUVVET VE MANEVÎ ORDUSU, YALNIZ İHLAS VE SADAKAT VE TESANÜD SIFATLARINA TAM SAHİP OLAN BİR KISIM TALEBELERİDİR. NE KADAR DA AZ OLSALAR, MANEN BİR ORDU KADAR KUVVETLİ VE KIYMETLİ SAYILIRLAR.
İkinci vazifesi : HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.) ÜNVANI İLE İSLAMA AİT DEĞERLERİ İHYA ETMEKTİR. İSLAM ALEMİNİN BİRLİĞİNİ DAYANAK NOKTASI EDİNİP, İNSANLIĞI MADDÎ VE MANEVÎ TEHLİKELERDEN VE BELADAN KURTARMAKTIR. BU VAZİFENİN, DAYANAK NOKTASI VE HİZMETKARLARI, MİLYONLARLA DESTEKÇİSİ BULUNAN ORDULAR LAZIMDIR.
Üçüncü vazifesi : ZAMANA BAĞLI DEĞİŞİMLERLE KURAN'IN BİRÇOK HÜKMÜNÜN ZEDELENMESİYLE VE ŞERİAT-I MUHAMMEDÎYENİN (A.S.M.) KANUNLARI BİR DERECE TATİLE UĞRAMASIYLA O ZAT, BÜTÜN EHL-İ ÎMANIN MANEVÎ YARDIMLARIYLA VE İSLAM BİRLİĞİNİN YARDIMIYLA VE BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN VE BİLHASSA AL-İ BEYTİN NESLİNDEN HER ASIRDA KUVVETLİ VE KALABALIK BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN KATILIMLARIYLA O ÇOK BÜYÜK GÖREVİ YAPMAYA ÇALIŞIR.
Şimdi hakikat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan îmanı kurtarmak ve îmanı, doğruluğunu ispat ederek bir surette umuma ders vermek, hatta avamın da îmanını tahkikî yapmak vazifesi ise, manen ve hakikaten hidayet edici, doğru yolu gösterici manasının tam açıklığını ifade ettiği için, Nur Şakirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecededir, diye Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdî kabul ediyorlar. O şahs-ı manevînin de bir mümessili, Nur Şakirdlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîde bir nevi mümessili olan zavallı tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Gerçi bu, bir karıştırma ve bir yanlışlıktır, fakat onlar onda sorumlu değiller. ...
Birincisi: AHİRDEKİ İKİ VAZİFE, GERÇİ HAKİKAT NOKTASINDA BİRİNCİ VAZİFE DERECESİNDE DEĞİLLER, fakat hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) ve İslam Birliği ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslamiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkarında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor; ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset manasını ihsas eder; belki de bir hodfüruşluk manasını hatıra getirir; belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskidenberi ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar "Mehdî olacağım," diye dava ederler. GERÇİ HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ BİR NEVİ MEHDÎ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ, FAKAT HERBİRİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE YAPMASI İTİBARİYLE, AHİRZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ ÜNVANINI ALMAMIŞLAR.
Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu (bilgi sahibi kişileri), bazı şakirtlerin (talebelerin) bu itikatlarına (inançlarına, düşüncelerine) göre, bana karşı demişler ki:
"EĞER MEHDİLİK DAVA ETSE, BÜTÜN ŞAKİRDLERİ (talebeleri) KABUL EDECEKLER." BEN DE ONLARA DEMİŞTİM: "BEN, KENDİMİ SEYYİD BİLEMİYORUM. BU ZAMANDA NESİLLER BİLİNMİYOR. HALBUKİ AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI, AL-İ BEYTTEN (Peygamberimiz (s.a.v.)’in neslinden) OLACAKTIR. Gerçi manen ben Hazret-i Ali nin (r.a.) manevi bir evladı hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Al-i Muhammed Aleyhisselam bir manada gerçek Nur talebelerini de kapsadığı için, ben de Peygamberimiz (saas)’in neslinden sayılabilirim. Fakat bu zaman şahs-ı manevi zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde hiç bir yönden benlik ve şahsiyet ve şahsi makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve samimiyetin sırrına ters düşmesinden, Cenab-ı Hakka sonsuz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsi ve kendi sınırlarımdan sonsuz derecede fazla makama gözümü dikmem. Ve Nurdaki bozmamak için, uhrevi makam dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum" dedim, o ehl-i vukuf (bilgi sahibi kişiler) sustu. Emirdağ Lahikası-1, sf. 231-233.
http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/19286
... İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE 1400 SENE SONRA GELECEK BİR HAKİKATİ ASIRLARINDA KARİB (YAKIN) ZANNETMİŞLER.... (Sözler, s. 318)
ÜSTAD’IN BU İFADESİ “SÖZLER” RİSALESİNDE GEÇMEKTEDİR. SÖZLER RİSALESİ 1926 (HİCRİ 1345) YILINDA TAMAMLANMIŞTIR. YANİ HİCRİ 1300 İÇİNDE HEM ÜSTADIN TÜM ESERLERİ HİCRİ 1300 DE TAMAMLANDIĞI GİBİ KENDİSİ DE YİNE HİCRİ 1300 İÇİNDE VEFAT ETMİŞTİR. OYSA ÜSTAD BU SÖZÜNDE HZ. MEHDİ (A.S.)’IN, HİCRİ 1400 DE ZUHUR EDECEĞİNİ İFADE ETMEKTEDİR.
Sekizinci Asıl: Cenab-ı Hakîm-i Mutlak, şu tecrübe ve imtihan meydanı çok mühim şeyleri, çok fazla eşyayı içinde saklıyor. O saklamakla çok hikmetler, çok işler bağlıdır. Meselâ: (Kadir gecesi, umum ramazanda; duanın kabul edildiği saati, Cum'a gününde; makbul velisini, insanlar içinde; eceli, ömür içinde ve kıyametin vaktini, dünya hayatı içinde saklamış. Zira insanın eceli belli olsa, yarı ömrüne kadar kesin bir gaflet, yarıdan sonra darağacına adım adım gitmek gibi bir dehşet verecek. Halbuki âhiret ve dünya dengesini muhafaza etmek ve her vakit korku ve ümit ortasında bulunmak durumu gerekir ki; her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun. Şu halde belirsiz tarzdaki yirmi sene belirsiz bir ömür, bin sene bir ömre tercih edilir. İşte kıyamet dahi şu insan-ı ekber olan dünyanın ecelidir. Eğer vakti aşikar olsaydı, bütün ilkçağ ve orta çağ kesin bir gaflete dalacak idiler ve yeniçağ ve ilkçağ dehşette kalacaktı. İnsan nasıl kişisel yaşam hanesinin ve köyünün bekasıyla alâkadardır. Öyle de; hayatı ve nev'iyesiyle, dünyanın ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır. Kur'an “Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı. (Kamer Sûresi: 1.)” der. "Kıyamet yakındır" ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına halel vermez. Zira kıyamet, dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya ikibin sene, bir seneye nisbetle bir-iki gün veya bir-iki dakika gibidir. Kıyamet saati yalnız insanlığın eceli değil ki, onun ömrüne kıyaslanıp uzak görülsün. İşte bunun içindir ki, Mutlak Hakim, Beş bilinmeyen şey( Kıyâmetin ne zaman kopacağı, yağmurun ne zaman yağacağı, rahîmlerde olanı, kişinin yarın ne kazanacağı ve kişinin nerede, ne zaman öleceği.) olarak ilminde saklıyor. İşte bu kapalı bırakma sırrındandır ki, her asır, hattâ gerçeği göre asır olan Asr-ı Saadet dahi daima kıyametten korkmuşlar. Hattâ bazıları, " alametleri hemen hemen çıkmış" demişler.
İşte bu hakikatı bilmeyen insafsız insanlar derler ki: "Âhiretin açıklamasını ders alan basiretli, kalbli, keskin nazarlı olan sahabeler, niçin 1000 sene hakikattan uzak olarak, İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE 1400 SENE SONRA GELECEK BİR HAKİKATİ ASIRLARINDA YAKIN ZANNETMİŞLER.
Elcevab: Çünki Sahabeler, Peygamber Efendimizin sohbetinin bereketi ile herkesten çok ahiret yurdunu düşünerek, dünyanın geçiciliğini bilerek, kıyametin belirsiz vaktindeki ilahi hikmeti anlayarak ecel-i şahsî gibi dünyanın eceline karşı dahi daima bekleyen bir vaziyet alarak, âhiretlerine ciddî çalışmışlar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın "Kıyameti bekleyiniz, intizar ediniz" ifadesini tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir uyarı olmuştur. Yoksa belirli bir vukuuya dair bir vahyin hükmüyle değildir ki, hakikattan uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet ayrıdır. İşte Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bu nevi sözleri anlaşılmayacak şekilde kapalı konuşma hikmetinden ileri geliyor. Hem şu sırdandır ki; Mehdi, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek şahısları çok zaman evvel hattâ Hz. Muhammed'in (a.s.m.) ashabıyla görüşmüş, onlardan hadis dinlemiş ve ders almış olan Müslümanların zamanında bile beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velayet "Onlar geçmiş" demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlahiyeye muhtaç olur ki; vakitleri belli olmasın. Çünki her zaman, her asır, manevi kuvvetin takviyesine vesile olacak ve ümitsizlikten kurtaracak "Mehdi" manasına muhtaçtır. Bu manada, her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve lâkaydlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müdhiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer tayin edilseydi, herkesi doğru yola sevketmenin gereği ziyan olurdu.
Şimdi Mehdi gibi şahısların hakkındaki rivayetlerin ihtilafatı ve sırrı şudur ki: Ehadîsi tefsir edenler, hadisin tam metnini tefsirlerine ve istinbatlarına (Müçtehid veya büyük bir âlimin gizli bir manayı içtihad ile meydana çıkarması) tatbik etmişler. MESELÂ: SALTANAT MERKEZİ O VAKİT ŞAM'DA VEYA MEDİNE'DE OLDUĞUNDAN, HZ. MEHDİ (A.S.) VE SÜFYANIN HADİSELERİNİ SALTANAT MERKEZİ CİVARINDA OLAN BASRA, KÛFE, ŞAM GİBİ YERLERDE TASAVVUR EDEREK ÖYLE TEFSİR ETMİŞLER. HEM DE O ŞAHISLARIN ŞAHS-I MANEVÎSİNE VEYA TEMSİL ETTİKLERİ CEMAATE AİT BÜYÜK ESERLERİ O ŞAHISLARIN ZÂTLARINDA TASAVVUR EDEREK ÖYLE TEFSİR ETMİŞLER Kİ, O HARİKA ŞAHISLAR ÇIKTIKLARI VAKİT BÜTÜN HALK ONLARI TANIYACAK GİBİ BİR ŞEKİL VERMİŞLER. HALBUKİ DEMİŞTİK: BU DÜNYA TECRÜBE MEYDANIDIR. AKLA KAPI AÇILIR, FAKAT İHTİYARI ELİNDEN ALINMAZ. ÖYLE İSE O (ŞAHISLAR, HATTÂ O MÜTHİŞ DECCAL DAHİ ÇIKTIĞI ZAMAN ÇOKLARI, HATTÂ KENDİSİ DE BAŞLANGIÇTA DECCAL OLDUĞUNU BİLMEZ. BELKİ NUR-U İMANIN DİKKATİYLE, O AHİR ZAMAN ŞAHISLARI TANINABİLİR. (Sözler, s. 318)
2.
ÜSTAD BU SÖZÜ “ MİLADİ 1936 YANİ HİCRİ 1355’DE 1. ŞUA’DA İFADE ETMİŞTİR. BU TARİHE GÖRE BİR ASIR SONRASI HİCRİ 1400’LERE DENK GELMEKTEDİR.
... Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa BUNDAN BİR ASIR SONRA ZULÜMATI DAĞITACAK ZATLAR İSE, HAZRET-İ MEHDİ'NİN TALEBELERİ OLABİLİR.” Her ne ise... Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. İbrahim Suresi, 1)
(Şualar, 1. Şua, s. 605), (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 90)
- “Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.” (Tevbe Suresi, 32) ayetindeki, "...Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor" cümlesinin ebced değeri: HİCRİ 1424 YANİ MİLADİ “2004” tür.
3.
"HAKİKİ BEKLENİLEN VE BİR ASIR SONRA GELECEK O ZAT" ... (Kastamonu Lahikası, s. 61-62)
ÜSTAD BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ BU İFADESİNİ, 1936 (HİCRİ 1354) YILINDA YAZDIĞI KASTAMONU LAHİKASI'NDA BELİRTİYOR. BU TARİHLER HİCRİ 1300’LERE DENK GELMEKTEDİR. ÜSTAD’IN “BİR ASIR SONRA...” ŞEKLİNDE İFADE ETTİĞİ 100 YIL SONRASI İSE HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ZUHUR ETTİĞİ HİCRİ 1400’E DENK GELMEKTEDİR.
...SİZİN FEVKALÂDE SADÂKAT VE YÜKSEK GAYRETİNİZDEN ÇIKAN BİR HAFTA EVVELKİ MEKTUBUNUZA KARŞI HÜSN-Ü ZANNINIZI BİR DERECE ÇÜRÜTEN BENİM CEVABIMIN HİKMETİ ŞUDUR Kİ: “…BU ZAMANDA ÖYLE FEVKALÂDE HÂKİM CEREYANLAR VAR Kİ, HERŞEYİ KENDİ HESABINA ALDIĞI İÇİN, FARAZA HAKİKİ BEKLENİLEN VE BİR ASIR SONRA GELECEK O ZAT dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.
HEM ÜÇ MES'ELE VAR: BİRİ HAYAT, BİRİ ŞERİAT, BİRİ İMANDIR. HAKİKAT NOKTASINDA EN MÜHİMMİ VE EN A'ZAMI, İMAN MES'ELESİDİR. Fakat şimdiki umumun gözünde ve dünya şartlarının zorluklarında en mühim mes'ele, hayat ve şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç mes'elenin birden dünyada vaziyetlerini değiştirmek insanoğlu için geçerli olan âdetullaha uygun gelmediğinden, her halde en büyük mes'eleyi esas yapıp, öteki mes'eleleri esas yapmayacak. TÂ Kİ İMAN HİZMETİ HALİSHANELİĞİNİ HALKIN GÖZÜNDE BOZMASIN VE HALKIN ÇABUK İĞFAL OLUNABİLEN AKILLARINDA, O HİZMET BAŞKA MAKSADLARA ÂLET OLMADIĞI TAHAKKUK ETSİN.” (KASTAMONU LAHİKASI, S. 61-62)
4.
YETMİŞ BİRDE FECR-İ SADIK BAŞLADI VEYA BAŞLAYACAK. EĞER BU, FECR-İ KAZİB DE OLSA, OTUZ-KIRK SENE SONRA FECR-İ SADIK ÇIKACAK...” (Hutbe-i Şamiye, s. 23)
“...Evet ŞİMDİ OLMASA DA 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet ve medeniyetin mehasini o üç kuvveti tam teçhiz edip, cihazatını verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek.” (Hutbe-i Şamiye, s. 25)
ÜSTAD BU SÖZÜNÜ HİCRİ 1327 (MİLADİ 1911) YILINDA ŞAM’DA EMEVİ CAMİİ’NDE VERDİĞİ HUTBESİNDE SÖYLEMİŞTİR. BURADA ÜSTAD, İSLAM ALEMİNİN, HİCRİ 1371'DEN YANİ MİLADİ 1951’DEN SONRAKİ GELECEĞİNE YÖNELİK İZAHLAR YAPMIŞTIR. ÜSTAD’IN HUTBE-İ ŞAMİYE’DE VERDİĞİ TARİHLERİN HEPSİ HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ZUHUR ZAMANI OLAN HİCRİ 1400 İÇİNDEDİR.
....“...Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, parlaklığının sönmesine ve insanlığı aydınlatmasına mani olan perdeler açılmaya başlamışlar. O mani olanlar çekilmeye başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o tan vaktinin alametleri göründü.YETMİŞ BİRDE FECR-İ SADIK BAŞLADI VEYA BAŞLAYACAK. EĞER BU, FECR-İ KAZİB DE OLSA, OTUZ-KIRK SENE SONRA FECR-İ SADIK ÇIKACAK...” (Hutbe-i Şamiye, s. 23)
“...Evet ŞİMDİ OLMASA DA 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet ve medeniyetin güzelliklerini, o üç kuvveti tam teçhiz edip, maddi manevi aletlerini verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için doğruyu arama eğilimini ve insaf ve insan sevgisini o dokuz düşman tayfasının cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA ONLARI DARMADAĞIN EDECEK.” (Hutbe-i Şamiye, s. 25)
Üstad burada, Hicri 1371'den yani Miladi 1951’den sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapıyor
Hicri 1371 + 30 = 1401 (Miladi 1981) (30 yıl sonrası)
Hicri 1371 + 40 = 1411 (Miladi 1991) (40 yıl sonrası)
Hicri 1371 + 50 = 1421 (Miladi 2001) (yarım asır sonrası)
5.
TÂ AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE, ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDÎ VE TALEBELERİ CENAB-I HAKKIN İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETTİRİR ...(Kastamonu Lahikası, Sayfa 72, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 258, Hizmet Rehberi, Sayfa 267, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 153)
ÜSTAD, KASTAMONU LAHİKASI’NI 1936 YILINDA HAZIRLAMIŞTIR. BU ESERİNDE “TA AHİR ZAMANDA....” İFADESİYLE RİSALE-İ NUR’UN ASIL SAHİPLERİ OLARAK NİTELENDİRDİĞİ HZ. MEHDİ (A.S.) VE TALEBELERİNİN KENDİSİNDEN ÇOK DAHA SONRAKİ BİR VAKİTTE GELECEKLERİNİ İFADE ETMİŞTİR.
Âhir fıkrasında, Muhbir-i Sâdıkın haber verdiği "galibiyetler kazanmak ve zulümatı dağıtma zamanın hemen hemen gelmesi ve zeminin oluşması" diye fıkrasına, bütün ruhu canımızla rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risale-i Nur talebeleri ise, vazifemiz hizmettir; vazife-i İlahiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber, miktara değil, keyfiyete bakmak, hem çoktan beri ahlak kaybına ve dünya hayatını her cihetle ahirete tercih ettirmeye sevk eden dehşetli sebepler altında Risale-i Nur’un şimdiye kadar galibiyeti ve kafirlerin ve dalâlettekilerin saldırılarını kırması ve yüz binler biçarelerin imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakikî mümin talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdık’ın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuatla ispat etmiş ve ediyor, inşaAllah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki, inşaAllah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sinesinden onu (risale-i nuru) çıkaramaz. TÂ AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE, ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDÎ VE TALEBELERİ CENAB-I HAKKIN İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETTİRİR VE O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR. BİZLER DE KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ.Kastamonu Lahikası, Sayfa 72, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 258, Hizmet Rehberi, Sayfa 267, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 153)
6.
FAKAT O İLERİDE GELECEK ACİP (Şaşılan ve hayret uyandıran şey; benzeri görülmeyen; garip) ŞAHSIN BİR HİZMETKÂRI VE ONA YER HAZIR EDECEK BİR DÜMDÂRI (Ordunun geriden gelen emniyet kuvveti) VE O BÜYÜK KUMANDANIN PÎŞDÂR (öncü) BİR NEFERİ (askeri) OLDUĞUMU ZANNEDİYORUM. Ve ondadır ki, sen de yazılan şeylerden o acip kokusunu aldın.(Barla Lahikası, sf. 162)
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “BARLA LAHİKASI”NI 1926 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. BU ESERİNDE ÜSTAD, HZ. MEHDİ (A.S.)’IN İLERİDE GELECEĞİNİ AÇIK BİR ŞEKİLDE İFADE ETMİŞTİR. KENDİSİNİN HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ÖNCÜSÜ VE ONA ZEMİN HAZIRLAYAN BİR HİZMETKARI OLDUĞUNU İFADE ETMİŞTİR.
Senin şu âciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardeşin, bin derece haddimin üstünde olarak, KENDİMİ O GELECEK ADAM olduğumu iddia edemem, hiçbir cihette ehliyetim yoktur. FAKAT O İLERİDE GELECEK HAYRET UYANDIRAN ŞAHSIN BİR HİZMETKÂRI VE ONA YER HAZIR EDECEK BİR EMNİYET KUVVETİ VE O BÜYÜK KUMANDANIN ÖNCÜ BİR ASKERİ OLDUĞUMU ZANNEDİYORUM. Ve ondadır ki, sen de yazılan şeylerden o acip kokusunu aldın. (Barla Lahikası, sf. 162)
7.
... AHİR ZAMANDA GELECEK EN BÜYÜK MÜCEDDİDİ İŞARİ ANLAMDA HABER VERİYORLAR. Fakat O GELECEK ZATIN ve cemiyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi... (Tılsımlar Mecmuası, sf. 168)
TILSIMLAR MECMUASI, RİSALE-İ NUR’UN ÇEŞİTLİ KISIMLARINDAN DERLENMİŞ BİR KİTAPTIR. TILSIMLAR MECMUASI’NDA YER ALAN BU SÖZÜNDE ÜSTAD “O GELECEK ZAT…” İFADESİYLE KENDİ ZAMANINDA HENÜZ MEHDİ (A.S.)’IN YAŞAMADIĞINI AHİR ZAMANDA GELECEĞİNİ BELİRTMİŞTİR. AYRICA AHİR ZAMANA KADAR, GELEN HİÇBİR MÜCEDDİDİN TOPLU OLARAK YAPMADIĞI 3 VAZİFENİN MEHDİ (A.S.) TARAFINDAN YAPILACAĞINI DA İFADE ETMİŞTİR.
...Bazı ayet-i kerime ve hadis-i şerife AHİR ZAMANDA GELECEK en büyük müceddidi işari anlamda haber veriyorlar. Fakat O GELECEK ZATIN ve cemiyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi olan ve zahiren en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve iman hakikatlerini güneş gibi göstermek vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin şahs-ı manevisi tam yaptıklarından; O GELECEK ZATA DAİR HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-I NUR'UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE ÇALIŞMIŞLAR VE ŞERİATI DİRİLTME VE HİLAFETİ TATBİK OLAN ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU İKİ MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR. Onların kanaatleri, onların Risale-i Nur'dan istifade cihetinde faidelidir, zararsızdır; fakat Nur'un mesleğindeki ihlasa ve hiçbir şeye alet olmamasına ve dünyevi ve manevi makamatı aramamasına zarar verdiği gibi, Nurların muhafızları her taifenin hususan siyasi taifenin tenkidine ve hücumuna vesile olabilir... (Tılsımlar Mecmuası, sf. 168)
8.
BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR Kİ; SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSALE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 11, Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 310
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ”Yİ 1928 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD BU ESERİNDE HZ. MEHDİ (A.S.)’DAN BAHSEDERKEN KENDİSİNDEN “SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT...”’IN YANİ HZ. MEHDİ (A.S.)’IN; ÜSTAD’IN HAZIRLAMIŞ OLDUĞU VE ASIL SAHİBİNİN HZ. MEHDİ (A.S.) OLDUĞUNU İFADE ETTİĞİ RİSALE-İ NUR’LARI NEŞR VE TATBİK EDECEĞİNİ İFADE ETMİŞTİR.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: ... On seneden beri kanaatlerini tâdile (düzeltmeye) çalıştığım halde, o cesur kardeşler kanaatlerinde ileri gidiyorlar. Evet, onlar, On Sekizinci Mektuptaki iki ehl-i kalb çobanın macerası gibi, hak bir hakikati görmüşler; fakat tabire muhtaçtır. O hakikat de şudur:
ÜMMETİN BEKLEDİĞİ, AHİR ZAMANDA GELECEK ZATIN ÜÇ VAZİFESİNDEN EN MÜHİMMİ VE EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI OLAN SARSILMAZ BİR ÎMÂNI YAYMAK VE EHL-İ İMANI DALALETTEN KURTARMAK YÖNÜYLE, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen tümüyle Risâle-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı mânevîyi bir hizmetkarına vermişler, o hizmetkara iltifatlılıkla bakmışlar. BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR Kİ, SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSÂLE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞİR VE TATBİK EDECEK’.
O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektedir. Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddî bir kuvvet ve hakimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.
O zatın üçüncü vazifesi, İslam halifeliği İslam birliğine bina ederek, Dindar hıristiyanlarla ittifak edip İslam dinine hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır. Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve tevile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşe verir ve vermiş; hücumlarına vesile olur. ÇÜNKÜ, BİRİNCİ VAZİFENİN HAKİKATİNİ VE KIYMETİNİ GÖREMİYORLAR; ÖTEKİ CİHETLERE HAMLEDERLER.
Kardeşlerimin ikinci iltibası (yanlışlık):
Fâni ve çürütülebilir bir şahsiyeti, bazı yönleriyle birinci vazifede öncülük eden Nur talebelerinin şahs-ı mânevîsini temsil eden o âciz kardeşine veriyorlar. Halbuki bu iki yanlışlık da Risale-i Nur'un hakikî ihlâsına ve hiçbir şeye, hattâ mânevî ve uhrevî makamlara dahi âlet olmamasına bir cihette zarar verdiği gibi, ehl-i siyaseti de heyecana düşürüp Risale-i Nur'un neşrine zarar gelir. Bu zaman, şahs-ı mânevî zamanı olduğu için, böyle büyük ve kalıcı hakikatler, fâni ve âciz ve sukut kaybolabilir şahsiyetlere bina edilmez.
Elhasıl: O GELECEK ZATIN İSMİNİ VERMEK, üç vazifesi birden hatıra geliyor; yanlış olur. Hem hiçbir şeye âlet olmayan nurdaki ihlâs zedelenir, müminlerin nazarında hakikatlerin kuvveti bir derece noksanlaşır. Kesin deliller dahi, kabule mazhar olmuş hüküm ve iddiaları zann-ı galip haline getirir; daha inatçı dalâlete ve hakkı kabul etmekte direnen dinsizlere tam anlamıyla üstün gelmesi, hayrete düşen, ehl-i imanda görünmemeye başlar. Ehl-i siyaset evhama ve bir kısım hocalar itiraza başlar. Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip görülmüyor. Belki "Müceddiddir, onun pişdarıdır (öncüsüdür)" denilebilir. Umum kardeşlerimize binler selâm. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9-11)
Ümmetin beklediği, ahirzamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en değerlisi olan Tahkiki iman, yayma ve ehl-i îmanı batıla yönelmekten kurtarmak yönleriyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen tümüyle Risale-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı a’zam ve Osman-ı Halidî gibi zatlar bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı manevîyi bir hizmetçisine vermişler, o hizmetçiye iltifat ederek bakmışlar. BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR Kİ; SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSALE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK. Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 310
9.
FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR. ÖYLE KUDSÎ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LÂZIM GELİR. VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANÎ ZATLARA ZEMİN HAZIRLIYORUZ ...(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189) (Barla Lahikası, 28. Mektuptan 7. Risale Olan 7. Mesele)
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “BARLA LAHİKASI”NI 1926 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD RİSALELERİNDE YAŞADIĞI DÖNEMİN KIŞ OLDUĞUNU İFADE EDEN İZAHLAR YAPARKEN HZ. MEHDİ (A.S.)’DAN BAHSETTİĞİ BU BÖLÜMDE MEHDİ VE TALEBELERİNE HİTABEN ONLARIN BAHARDA GELECEKLERİNİ İFADE ETMİŞ, YAPTIĞI BU ÇALIŞMALARLA KENDİSİNDEN SONRA GELECEK OLAN O MÜBAREK İNSANLARA ORTAM HAZIRLADIĞINI BELİRTMİŞTİR.
Beşinci Sebep: Çok zaman evvel bir evliyadan olan kimselerden işittim ki: O zat, eski velîlerin gaybî işaretlerinden bazı çıkarımlarda bulunmuş ve kanaati gelmiş ki, "Doğu tarafından bir nur zuhur edecek, bid'aların zulümâtını dağıtacak." Ben böyle bir nurun zuhurunu çok ümit ederek bekledim ve ediyorum. FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR. ÖYLE KUDSÎ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LÂZIM GELİR. VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANÎ ZATLARA ZEMİN HAZIRLIYORUZ. Madem kendimize ait değil; elbette, Sözler namındaki nurlara ait olan İlahi yardımları beyan etmekte övünmek ve gurur olamaz; belki şükür sebebi ve şükür ve Cenâb-ı Hakk`a karşı şükrünü edâ etmek ve teşekkür etmek maksadıyla kavuştuğu nîmeti başkalarına anlatmak olur. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189) (Barla Lahikası, 28. Mektuptan 7. Risale Olan 7. Mesele)
10.
AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA, ELBETTE EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD, HEM EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD, HEM HAKİM, HEK MEHDİ, HEM MÜRŞİD, HEM KUTB-U AZAM OLARAK BİR ZAT-İ NURANİYİ GÖNDERECEK VE O ZAT DA, EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN OLACAKTIR...(Mektubat, 411-412)
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “MEKTUBAT’I 1929 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD’IN DÖNEMİNDE AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI OLAN DARWINİZM, MATERYALİZM VE ATEİZM’İN TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİSİ BUGÜNKÜ GİBİ ŞİDDETLİ DEĞİLDİ. OYSA HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ZUHUR YÜZYILI OLAN HİCRİ 1400, BU DİNSİZ AKIMLARIN ÇOK HIZLI İVME KAZANDIĞI, İNSANLAR VE TOPLUMLAR ÜZERİNDE ETKİLERİNİ EN ŞİDDETLİ HALE GETİRDİKLERİ BİR YÜZYIL OLMUŞTUR. DÖNEMLERİNDE YAPTIKLARI HİZMETLER İTİBARİYLE, ÜSTAD’IN ŞAHSI DA, ONDAN ÖNCE GELEN MÜCTEHİDLER DE; TAMAMI HZ. MEHDİ (A.S.)’DA TOPLANACAK OLAN EN BÜYÜK MÜCEDDİD, EN BÜYÜK MÜRŞİT VE MÜÇTEHİD, HAKİM, MEHDİ VE KUTB-U AZAM SIFATLARINA BİR ARADA SAHİP OLMAMIŞLARDIR.
Elcevap: Cenab-ı Hakk; en yüksek rahmetinden, İslami hükümlerin eğitimine korunmasına bir alamet olarak, her bir fesat zamanında bir ıslah edici veya bir müceddit veya şanlı bir halife veya en büyük bir kutb veya kusursuz bir kılavuz veyahut bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zatları göndermiş; fesadı giderip, milleti ıslah etmiş; Din-i Ahmediye (A.S.M) muhafaza etmiş. Madem adeti öyle cereyan ediyor, AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA, ELBETTE EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD, HEM EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD, HEM HAKİM, HEM MEHDİ, HEM MÜRŞİD, HEM KUTB-U AZAM OLARAK BİR NURLU KİŞİYİ GÖNDERECEK VE O ZAT DA, PEYGAMBERİMİZ (SAAS)’İN SOYUNDAN OLACAKTIR. Cenab-ı Hakk, bir dakika zarfında gök ve yerin arasını bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin örneğini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadir-i Zülcelal; Mehdi ile de, İslam aleminin karanlıklarını dağıtabilir. Ve va'detmiştir, va'dini elbette yapacaktır. Kudret-i İlahiye noktasında bakılsa, gayet kolaydır. Eğer sebepler dairesi ve Allah’ın hikmeti noktasında düşünülse, yine o kadar makul ve oluşa layıktır ki; 'Eğer muhbir-i Sadık'tan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lazım gelir. Ve olacaktır' diye tefekkürde bulunanlar hükmeder. ..... Hz. İbrahim (as)’ın soyu gibi öyle bir vaziyet almış ki, umum mübarek silsilelerin başında, açıklık alanlar ve kuytu toplanma yerlerinde o nuranî zatlar kumandanlık ediyorlar. Ve öyle kadar kalabalıktırlar ki, o kumandanların tümü, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanütle bir tümen vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini mübarek topluluk hükmünde dayanışma düzeni ve uyanış içinde tutsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz. İşte, o pek kalabalık o güç yetiren ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır ve Hazret-i Mehdînin en has ordusudur.
Evet, bugün dünya tarihinde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve anane ile birbirine birbirine bitişik ve en yüksek şeref ve Âli hasep ve asil (soyla) mümtaz (ayrıcalıklı) hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin (olgun ve değerli kişiler) namdar (namlı) reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemiyeten (sayıca) milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih (akıllı, sorumluluk sahibi) ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî (Peygamber sevgisi) ile dolu ve cihandeğer (dünyanın en kıymetlisi) şeref-i intisabıyla (mensup olmasıyla) serfirazdırlar (seçkindirler).BÖYLE BÜYÜK BİR CEMAAT İÇİNDEKİ MUKADDES KUVVETİ COŞTURACAK VE UYANDIRACAK BÜYÜK VE ÖNEMLİ OLAYLAR MEYDANA GELİYOR. ELBETTE O BÜYÜK KUVVETTEKİ HAYSİYET VE MUKADDESATI KORUMA DUYGUSU GALEYANA GELECEK VE HAZRET-İ MEHDÎ BAŞINA GEÇİP DOĞRU YOLA VE GERÇEĞE YÖNLENDİRECEK. BÖYLE OLMAK VE BÖYLE OLMASINI, BU KIŞTAN SONRA BAHARIN GELMESİ GİBİ, ÂDETULLAHTAN VE ALLAH’IN RAHMETİNDEN BEKLERİZ.
11.
MEHDÎ’NİN ÜÇ VAZİFESİ
(Emirdağ Lahikası-I, ss. 231-233.)
ÜSTAD BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİ EMİRDAĞ LAHİKASI’NI 1949 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. BU ESERİNDE ÜSTAD HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ÖZELLİKLE DARWINİZM, MATERYALİZM VE ATEİZM FELSEFELERİNİ TAM SUSTURARAK İNSANLARIN İMANINI KURTARMAYA VESİLE OLACAK ŞEKİLDE ÇOK ETKİLİ ÇALIŞMALAR YAPACAĞINI İFADE ETMİŞTİR. ÜSTAD, KENDİSİNİN YAŞADIĞI DÖNEM DAHİL OLMAK ÜZERE HER DÖNEMDE BİR NEVİ MEHDİ VASFINA SAHİP İNSANLAR GELDİĞİNİ ANCAK HİÇBİRİNİN BU ÜÇ VAZİFEYİ BİR ARADA YAPMA KUDRETİNE SAHİP OLAMADIKLARINI İFADE ETMİŞTİR.
Mehdî’nin üç vazifesi
Nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi (talebesi), çokların namına (başkaları adına) benden sordu ki: "Nurun halis ve ehemmiyetli bir kısım şakirdleri, pek musırrane (ısrarla) olarak ahirzamanda gelen al-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin halde onlar ısrar ediyorlar.
Sen de bu kadar musırrane (ısrarla) onların fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onların elinde bir hakikat ve kat’î (kesin) bir hüccet (delil) var ve sen de bir hikmet ve hakikata binaen onlara muvafakat (müsaade) etmiyorsun. Bu ise bir tezattır, her halde hallini istiyoruz."
Ben de bu zatın temsil ettiği çok mesaillere (meselelere) cevaben derim ki: O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihette bir tabir ve te’vil lazım.
Birincisi: ÇOK DEFA MEKTUPLARIMDA İŞARET ETTİĞİM GİBİ, MEHDÎ AL-İ RESÛLÜN TEMSİL ETTİĞİ MUKADDES CEMAATİNİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİN ÜC VAZİFESİ VAR. EĞER ÇABUK KIYAMET KOPMAZSA VE BEŞER BÜTÜN BÜTÜN YOLDAN ÇIKMAZSA, O VAZİFELERİ ONUN CEMİYETİ VE SEYYİDLER CEMAATİ YAPACAĞINI RAHMET-İ İLAHİYEDEN BEKLİYORUZ. VE ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK:
Birincisi : Fen ve felsefenin tesiriyle ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu beşer içine yayılmasıyla, her şeyden evvel felsefeyi ve materyalizm, darwinizm ve ateizm salgını, fikrini tam susturacak bir tarzda îmanı kurtarmaktır. İiman edenleri sapkınlıktan korumak ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tetkiklerle meşgul olmayı gerektirdiğinden, Hazret-i Mehdî’nin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakti ve hali müsaade edemez. Çünkü hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) yönündeki saltanatı, onun ile uğraşmaya vakit bırakmıyor. HERHALDE O VAZİFEYİ ONDAN EVVEL BİR TAİFE BİR CİHETTE GÖRECEK. O ZAT, O TAİFENİN UZUN TETKİKLERİ İLE YAZDIKLARI ESERİ KENDİNE HAZIR BİR PROĞRAM YAPACAK, ONUN İLE O BİRİNCİ VAZİFEYİ TAM YAPMIŞ OLACAK. BU VAZİFENİN DAYANDIĞI KUVVET VE MANEVÎ ORDUSU, YALNIZ İHLAS VE SADAKAT VE TESANÜD SIFATLARINA TAM SAHİP OLAN BİR KISIM TALEBELERİDİR. NE KADAR DA AZ OLSALAR, MANEN BİR ORDU KADAR KUVVETLİ VE KIYMETLİ SAYILIRLAR.
İkinci vazifesi : HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.) ÜNVANI İLE İSLAMA AİT DEĞERLERİ İHYA ETMEKTİR. İSLAM ALEMİNİN BİRLİĞİNİ DAYANAK NOKTASI EDİNİP, İNSANLIĞI MADDÎ VE MANEVÎ TEHLİKELERDEN VE BELADAN KURTARMAKTIR. BU VAZİFENİN, DAYANAK NOKTASI VE HİZMETKARLARI, MİLYONLARLA DESTEKÇİSİ BULUNAN ORDULAR LAZIMDIR.
Üçüncü vazifesi : ZAMANA BAĞLI DEĞİŞİMLERLE KURAN'IN BİRÇOK HÜKMÜNÜN ZEDELENMESİYLE VE ŞERİAT-I MUHAMMEDÎYENİN (A.S.M.) KANUNLARI BİR DERECE TATİLE UĞRAMASIYLA O ZAT, BÜTÜN EHL-İ ÎMANIN MANEVÎ YARDIMLARIYLA VE İSLAM BİRLİĞİNİN YARDIMIYLA VE BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN VE BİLHASSA AL-İ BEYTİN NESLİNDEN HER ASIRDA KUVVETLİ VE KALABALIK BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN KATILIMLARIYLA O ÇOK BÜYÜK GÖREVİ YAPMAYA ÇALIŞIR.
Şimdi hakikat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan îmanı kurtarmak ve îmanı, doğruluğunu ispat ederek bir surette umuma ders vermek, hatta avamın da îmanını tahkikî yapmak vazifesi ise, manen ve hakikaten hidayet edici, doğru yolu gösterici manasının tam açıklığını ifade ettiği için, Nur Şakirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecededir, diye Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdî kabul ediyorlar. O şahs-ı manevînin de bir mümessili, Nur Şakirdlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîde bir nevi mümessili olan zavallı tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Gerçi bu, bir karıştırma ve bir yanlışlıktır, fakat onlar onda sorumlu değiller. ...
Birincisi: AHİRDEKİ İKİ VAZİFE, GERÇİ HAKİKAT NOKTASINDA BİRİNCİ VAZİFE DERECESİNDE DEĞİLLER, fakat hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) ve İslam Birliği ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslamiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkarında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor; ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset manasını ihsas eder; belki de bir hodfüruşluk manasını hatıra getirir; belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskidenberi ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar "Mehdî olacağım," diye dava ederler. GERÇİ HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ BİR NEVİ MEHDÎ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ, FAKAT HERBİRİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE YAPMASI İTİBARİYLE, AHİRZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ ÜNVANINI ALMAMIŞLAR.
Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu (bilgi sahibi kişileri), bazı şakirtlerin (talebelerin) bu itikatlarına (inançlarına, düşüncelerine) göre, bana karşı demişler ki:
"EĞER MEHDİLİK DAVA ETSE, BÜTÜN ŞAKİRDLERİ (talebeleri) KABUL EDECEKLER." BEN DE ONLARA DEMİŞTİM: "BEN, KENDİMİ SEYYİD BİLEMİYORUM. BU ZAMANDA NESİLLER BİLİNMİYOR. HALBUKİ AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI, AL-İ BEYTTEN (Peygamberimiz (s.a.v.)’in neslinden) OLACAKTIR. Gerçi manen ben Hazret-i Ali nin (r.a.) manevi bir evladı hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Al-i Muhammed Aleyhisselam bir manada gerçek Nur talebelerini de kapsadığı için, ben de Peygamberimiz (saas)’in neslinden sayılabilirim. Fakat bu zaman şahs-ı manevi zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde hiç bir yönden benlik ve şahsiyet ve şahsi makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve samimiyetin sırrına ters düşmesinden, Cenab-ı Hakka sonsuz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsi ve kendi sınırlarımdan sonsuz derecede fazla makama gözümü dikmem. Ve Nurdaki bozmamak için, uhrevi makam dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum" dedim, o ehl-i vukuf (bilgi sahibi kişiler) sustu. Emirdağ Lahikası-1, sf. 231-233.
http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/19286
22 Ekim 2010 Cuma
Hz. Mehdi (a.s.) Hakkında Nakledilen Hadis ve Rivayetlerin İstatistiği
♦ Hz. Mehdi (as)'nin ortaya çıkışını müjdeleyen hadislerin sayısı: 657
♦ Hz. Mehdi (as), Ehl-i Beyt'tendir; Hz. Mehdi (as)'nin ismi, Resulullah'ın isminin ve künyesi de onun künyesinin aynısıdır" diyen hadislerin sayısı: 389
♦ Hz. Mehdi (as), insanlar arasında Resulullah'a en çok benzeyen kimsedir" diyen hadislerin sayısı: 48
♦ Hz. Mehdi (as)'nin yüz ve boyunu tarif eden hadislerin sayısı: 21
♦ Hz. Mehdi (as), Hz. Ali (a.s.)'nin evlatlarındandır" diyen hadislerin sayısı: 214
♦ Hz. Mehdi (as), Hz. Fatıma'nın evlatlarındandır" diyen hadislerin sayısı: 192
♦ Hz. Mehdi (as), yeryüzünü adaletle dolduracaktır" diyen hadislerin sayısı: 123
♦ Hz. Mehdi (as)’nin iki gaybeti olacaktır" diyen hadislerin sayısı: 10
♦ Hz. Mehdi (as)'nin uzun bir gaybeti olacaktır." diyen hadislerin sayısı: 91
♦ Gaybetinin nedenini açıklayan hadislerin sayısı: 7
♦ Gaybeti döneminde halkın Hz. Mehdi (as)’den yararlanması hakkındaki hadislerin sayısı: 7
♦ Hz. Mehdi (as) uzun ömürlüdür." diyen hadislerin sayısı: 318
♦ Hz. Mehdi (as)’nin görünümü gençtir" diyen hadislerin sayısı: 8
♦ Hz. Mehdi (as)'nin doğumu gizli olacaktır" diyen hadislerin sayısı: 14
♦ Hz. Mehdi (as)'nin üzerinde hiç kimsenin biatı olmayacaktır (bir halifeye ya da bir başka kimseye bağlı olmayacak; hiçbir fikrin, grubun, tarikatın veya herhangi bir siyasi düşüncenin etkisi altında olmayacaktır)" diyen hadislerin sayısı: 10
♦ İnkar edenleri fikren mağlup edecek, yeryüzünü şirkten temizleyecektir" diyen hadislerin sayısı: 19
♦ Hz. Mehdi (as), Allah'ın emrini aşikâr edecek, İslam ahlakını yeryüzünde yayacak ve dünyaya (manen) hakim olacak..." diyen hadislerin sayısı: 47
♦ Hz. Mehdi (as), insanları Kuran'a ve sünnete sevk edecektir" diyen hadislerin sayısı: 15
♦ Hz. Mehdi (as), Allah'ın düşmanlarını bilgiyle fikren etkisiz hale getirecektir" diyen hadislerin sayısı: 4
♦ Hz. Mehdi (as) de Peygamberlerden birtakım sünnetler vardır" diyen hadislerin sayısı: 23
♦ Hz. Mehdi (as), Peygamberimiz (sav)'in kılıcıyla kıyam edecektir (yani Peygamberimiz (sav)'in kutsal emanetleri olan mübarek sancağı, kılıcı ve hırkasının gömleği Hz. Mehdi (as)'nin yanında olacaktır)" diyen hadislerin sayısı: 7
♦ Hz. Mehdi (as)’nin siyeri (kişiliği ve dış görünümü) ile ilgili hadislerin sayısı: 30
♦ Hz. Mehdi (as)’nin zühdü (ahlakı ve takvası) ile ilgili hadislerin sayısı: 4
♦ Hz. Mehdi (as)’nin adaleti ve onun döneminde emniyetin yaygınlığıyla ilgili hadislerin sayısı: 7
♦ Hz. Mehdi (as)’nin ilmi hakkındaki hadislerin sayısı: 5
♦ Hz. Mehdi (as)’nin cömertliği ve bağışıyla ilgili hadislerin sayısı: 13
♦ "Allah Tealâ, Hz. Mehdi (as)’nin eliyle peygamberlerin mucizesini aşikar edecek ve onların mirasları onunla birliktedir" diyen hadislerin sayısı: 5
♦ Hz. Mehdi (as) şiddetli bir imtihandan sonra zuhur edecektir" diyen hadislerin sayısı: 24
♦ Hz. Mehdi (as), İsa bin Meryem (a.s)'a namazda imamlık yapacaktır" diyen hadislerin sayısı: 25
♦ Hz. Mehdi (as)’nin zuhurunun niteliğini anlatan rivayetlerin sayısı: 12
♦ Hz. Mehdi (as)’nin zuhurundan önceki durum, fitne ve günahların çokluğu ile ilgili hadislerin sayısı: 37
♦ Hz. Mehdi (as)’nin bazı zuhur alâmetleri ile ilgili hadislerin sayısı: 29
♦ Gökten Hz. Mehdi (as)'nin ve babasının ismiyle duyulacak ses ile ilgili hadislerin sayısı: 27
♦ Hz. Mehdi (as)'nin zuhurundan önceki zamanda fiyatların çok yüksek olması, hastalıkların çoğalması vb. konularla ilgi hadislerin sayısı: 23
♦ Süfyani'nin çıkışı, ay tutulması vb konularla ilgili hadislerin sayısı: 38
♦ Deccal'ın çıkışı hakkındaki hadislerin sayısı: 12
♦ Hz. Mehdi (as)'nin zuhur edeceği yer ile ilgili hadislerin sayısı: 17
♦ Hz. Mehdi (as)'nin yeryüzünün doğu ve batısını manen fethetmesiyle ilgili hadislerin sayısı: 12
♦ Hz. Mehdi (as) döneminde bütün milletlerin İslam ahlakı üzere toplanmasıyla ilgili hadislerin sayısı: 7
♦ Hz. Mehdi (as) döneminde yerin servet ve madenlerini dışarı çıkarmasıyla ilgili hadislerin sayısı: 10
♦ Hz. Mehdi (as) döneminde gök ve yeryüzü bereketlerinin açığa çıkmasıyla ilgili hadislerin sayısı: 12
♦ 313 kişinin Hz. Mehdi (as)'nin yanında bulunmasıyla ilgili hadislerin sayısı: 25
♦ Hz. Mehdi (as) ortaya çıktığında yeryüzünün adaletle dolmasıyla ilgili hadislerin sayısı: 129
♦ Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne inmesi ve Hz. Mehdi (as)'nin arkasında namaz kılmasıyla ilgili hadislerin sayısı: 29
♦ Hz. Mehdi (as)'nin , Deccal'i (manen ve fikren) etkisiz hale getirmesiyle ilgili hadislerin sayısı: 6
♦ Hz. Mehdi (as)'nin Süfyani ile fikren mücadele edip onu (manen ve fikren) etkisiz hale getirmesiyle ilgili hadislerin sayısı: 2
♦ Hz. Mehdi (as) zamanında yeryüzünün bayındırlığıyla ilgili hadislerin sayısı: 5
♦ Hz. Mehdi (as)'nin asrında işlerin kolaylaşması ve akılların kemale erişmesiyle ilgili hadislerin sayısı: 7
♦ Hz. Mehdi (as)'nin ashabının faziletleriyle ilgili hadislerin sayısı: 14
♦ Hz. Mehdi (as)'nin ashabının güç ve kuvvetleriyle ilgili hadislerin sayısı: 5
♦ Zuhurundan sonra Hz. Mehdi (as)'nin hilafetinin (manevi liderliğinin) süresiyle ilgili olan hadislerin sayısı: 18
♦ Hz. Mehdi (as)'nin yiyeceği, içeceği ve giyimiyle ilgili hadislerin sayısı: 4
♦ Hz. Mehdi (as)'nin halkı davet ettiği şeyler hakkındaki hadislerin sayısı: 7
♦ Fereci (kurtuluşu) beklemenin faziletiyle ilgili hadislerin sayısı: 23
♦ Hz. Mehdi (as)'nin takipçilerinin bazı görevleriyle ilgili hadislerin sayısı: 54
♦ Hz. Mehdi (as)'yi idrak etme ve onu imam (manevi lider) edinmekle ilgili hadislerin sayısı: 10
♦ Gaybeti döneminde, Hz. Mehdi (as)’ye inananların faziletleriyle ilgili hadislerin sayısı: 23
(Safi-i Gulpaygani, Müntahab'ul-Eser, s. 15-19)
http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/19241
♦ Hz. Mehdi (as), Ehl-i Beyt'tendir; Hz. Mehdi (as)'nin ismi, Resulullah'ın isminin ve künyesi de onun künyesinin aynısıdır" diyen hadislerin sayısı: 389
♦ Hz. Mehdi (as), insanlar arasında Resulullah'a en çok benzeyen kimsedir" diyen hadislerin sayısı: 48
♦ Hz. Mehdi (as)'nin yüz ve boyunu tarif eden hadislerin sayısı: 21
♦ Hz. Mehdi (as), Hz. Ali (a.s.)'nin evlatlarındandır" diyen hadislerin sayısı: 214
♦ Hz. Mehdi (as), Hz. Fatıma'nın evlatlarındandır" diyen hadislerin sayısı: 192
♦ Hz. Mehdi (as), yeryüzünü adaletle dolduracaktır" diyen hadislerin sayısı: 123
♦ Hz. Mehdi (as)’nin iki gaybeti olacaktır" diyen hadislerin sayısı: 10
♦ Hz. Mehdi (as)'nin uzun bir gaybeti olacaktır." diyen hadislerin sayısı: 91
♦ Gaybetinin nedenini açıklayan hadislerin sayısı: 7
♦ Gaybeti döneminde halkın Hz. Mehdi (as)’den yararlanması hakkındaki hadislerin sayısı: 7
♦ Hz. Mehdi (as) uzun ömürlüdür." diyen hadislerin sayısı: 318
♦ Hz. Mehdi (as)’nin görünümü gençtir" diyen hadislerin sayısı: 8
♦ Hz. Mehdi (as)'nin doğumu gizli olacaktır" diyen hadislerin sayısı: 14
♦ Hz. Mehdi (as)'nin üzerinde hiç kimsenin biatı olmayacaktır (bir halifeye ya da bir başka kimseye bağlı olmayacak; hiçbir fikrin, grubun, tarikatın veya herhangi bir siyasi düşüncenin etkisi altında olmayacaktır)" diyen hadislerin sayısı: 10
♦ İnkar edenleri fikren mağlup edecek, yeryüzünü şirkten temizleyecektir" diyen hadislerin sayısı: 19
♦ Hz. Mehdi (as), Allah'ın emrini aşikâr edecek, İslam ahlakını yeryüzünde yayacak ve dünyaya (manen) hakim olacak..." diyen hadislerin sayısı: 47
♦ Hz. Mehdi (as), insanları Kuran'a ve sünnete sevk edecektir" diyen hadislerin sayısı: 15
♦ Hz. Mehdi (as), Allah'ın düşmanlarını bilgiyle fikren etkisiz hale getirecektir" diyen hadislerin sayısı: 4
♦ Hz. Mehdi (as) de Peygamberlerden birtakım sünnetler vardır" diyen hadislerin sayısı: 23
♦ Hz. Mehdi (as), Peygamberimiz (sav)'in kılıcıyla kıyam edecektir (yani Peygamberimiz (sav)'in kutsal emanetleri olan mübarek sancağı, kılıcı ve hırkasının gömleği Hz. Mehdi (as)'nin yanında olacaktır)" diyen hadislerin sayısı: 7
♦ Hz. Mehdi (as)’nin siyeri (kişiliği ve dış görünümü) ile ilgili hadislerin sayısı: 30
♦ Hz. Mehdi (as)’nin zühdü (ahlakı ve takvası) ile ilgili hadislerin sayısı: 4
♦ Hz. Mehdi (as)’nin adaleti ve onun döneminde emniyetin yaygınlığıyla ilgili hadislerin sayısı: 7
♦ Hz. Mehdi (as)’nin ilmi hakkındaki hadislerin sayısı: 5
♦ Hz. Mehdi (as)’nin cömertliği ve bağışıyla ilgili hadislerin sayısı: 13
♦ "Allah Tealâ, Hz. Mehdi (as)’nin eliyle peygamberlerin mucizesini aşikar edecek ve onların mirasları onunla birliktedir" diyen hadislerin sayısı: 5
♦ Hz. Mehdi (as) şiddetli bir imtihandan sonra zuhur edecektir" diyen hadislerin sayısı: 24
♦ Hz. Mehdi (as), İsa bin Meryem (a.s)'a namazda imamlık yapacaktır" diyen hadislerin sayısı: 25
♦ Hz. Mehdi (as)’nin zuhurunun niteliğini anlatan rivayetlerin sayısı: 12
♦ Hz. Mehdi (as)’nin zuhurundan önceki durum, fitne ve günahların çokluğu ile ilgili hadislerin sayısı: 37
♦ Hz. Mehdi (as)’nin bazı zuhur alâmetleri ile ilgili hadislerin sayısı: 29
♦ Gökten Hz. Mehdi (as)'nin ve babasının ismiyle duyulacak ses ile ilgili hadislerin sayısı: 27
♦ Hz. Mehdi (as)'nin zuhurundan önceki zamanda fiyatların çok yüksek olması, hastalıkların çoğalması vb. konularla ilgi hadislerin sayısı: 23
♦ Süfyani'nin çıkışı, ay tutulması vb konularla ilgili hadislerin sayısı: 38
♦ Deccal'ın çıkışı hakkındaki hadislerin sayısı: 12
♦ Hz. Mehdi (as)'nin zuhur edeceği yer ile ilgili hadislerin sayısı: 17
♦ Hz. Mehdi (as)'nin yeryüzünün doğu ve batısını manen fethetmesiyle ilgili hadislerin sayısı: 12
♦ Hz. Mehdi (as) döneminde bütün milletlerin İslam ahlakı üzere toplanmasıyla ilgili hadislerin sayısı: 7
♦ Hz. Mehdi (as) döneminde yerin servet ve madenlerini dışarı çıkarmasıyla ilgili hadislerin sayısı: 10
♦ Hz. Mehdi (as) döneminde gök ve yeryüzü bereketlerinin açığa çıkmasıyla ilgili hadislerin sayısı: 12
♦ 313 kişinin Hz. Mehdi (as)'nin yanında bulunmasıyla ilgili hadislerin sayısı: 25
♦ Hz. Mehdi (as) ortaya çıktığında yeryüzünün adaletle dolmasıyla ilgili hadislerin sayısı: 129
♦ Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne inmesi ve Hz. Mehdi (as)'nin arkasında namaz kılmasıyla ilgili hadislerin sayısı: 29
♦ Hz. Mehdi (as)'nin , Deccal'i (manen ve fikren) etkisiz hale getirmesiyle ilgili hadislerin sayısı: 6
♦ Hz. Mehdi (as)'nin Süfyani ile fikren mücadele edip onu (manen ve fikren) etkisiz hale getirmesiyle ilgili hadislerin sayısı: 2
♦ Hz. Mehdi (as) zamanında yeryüzünün bayındırlığıyla ilgili hadislerin sayısı: 5
♦ Hz. Mehdi (as)'nin asrında işlerin kolaylaşması ve akılların kemale erişmesiyle ilgili hadislerin sayısı: 7
♦ Hz. Mehdi (as)'nin ashabının faziletleriyle ilgili hadislerin sayısı: 14
♦ Hz. Mehdi (as)'nin ashabının güç ve kuvvetleriyle ilgili hadislerin sayısı: 5
♦ Zuhurundan sonra Hz. Mehdi (as)'nin hilafetinin (manevi liderliğinin) süresiyle ilgili olan hadislerin sayısı: 18
♦ Hz. Mehdi (as)'nin yiyeceği, içeceği ve giyimiyle ilgili hadislerin sayısı: 4
♦ Hz. Mehdi (as)'nin halkı davet ettiği şeyler hakkındaki hadislerin sayısı: 7
♦ Fereci (kurtuluşu) beklemenin faziletiyle ilgili hadislerin sayısı: 23
♦ Hz. Mehdi (as)'nin takipçilerinin bazı görevleriyle ilgili hadislerin sayısı: 54
♦ Hz. Mehdi (as)'yi idrak etme ve onu imam (manevi lider) edinmekle ilgili hadislerin sayısı: 10
♦ Gaybeti döneminde, Hz. Mehdi (as)’ye inananların faziletleriyle ilgili hadislerin sayısı: 23
(Safi-i Gulpaygani, Müntahab'ul-Eser, s. 15-19)
http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/19241
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)