Hz. İsa'nın yaşadığı dönemde, Akdeniz tümüyle Roma İmparatorluğu'nun egemenliği altındaydı. Romalılar Akdeniz çevresinde yaşayan tüm toplumlar gibi, çok tanrılı batıl bir dine inanıyorlardı. Yahudi toplumunun içinde de dini farklı şekillerde yorumlayan birçok mezhep bulunmaktaydı. Allah'ın Hz. Musa'ya vahyettiği hak dinden uzaklaşılmış, batıl gelenekler ve çarpık inançlar türetilmişti. Hz. İsa yeryüzüne ilk gelişindeki bu dönemde, hem putperest Helen kültürüyle ve hem de Yahudiler içindeki bazı müşrik gruplarla çok büyük bir fikri mücadele içinde olmuş, onlara Allah'ın dinini hikmetli örneklerle anlatmıştır.
Ancak, Hz. İsa'nın insanları davet ettiği hak yola karşı çıkanların başında birtakım sözde din adamları yer almıştır. Bu kimseler, Allah'ın Hz. İsa aracılığıyla insanlara gönderdiği vahiyden rahatsızlık duymuşlardır. Çünkü Hz. İsa'nın tebliği, hem maddeci bir dünya görüşüne sahip olanların, hem de samimiyetini kaybederek, şekle ve hurafeye yönelenlerin yanlış yolda olduklarını göstermekteydi.
Kurulu düzenden menfaat sağlayan bu sözde din adamları, kendilerini hak olana çağırdığını bildikleri halde Hz. İsa'nın tebliğine uymayı kabul etmemişlerdir. Söz konusu kişiler, Yahudi toplumu üzerinde büyük bir otoriteye sahiptiler. Din adamı gibi görünerek herkesten büyük bir saygı görüyorlardı. Oluşturdukları batıl sistem, onlara statü ve hatta para kazandıran bir kurum haline gelmişti. Ülkeyi yönetmekte olan Roma Valisi ile de iş birliği içindelerdi. Bu sayede Roma'nın kendilerine sağladığı ayrıcalıklardan yararlanmaktaydılar. Bu şartlar göz önünde bulundurulduğunda, Hz. İsa'nın tebliğinin neden bu sözde din adamlarını rahatsız ettiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Çünkü Hz. İsa da tüm peygamberler gibi, gönderildiği toplumun insanlarına, bozuk olan, her türlü ahlaksızlığı meşru gören bu batıl sistemin kötülüklerini anlatmış, onları bundan vazgeçmeye çağırmıştır. İnsanlara yaptıkları tüm adaletsizlikleri, haksızlıkları, ahlaksızlıkları ve putperest dinlerini terk etmelerini sadece Allah için yaşamalarını tebliğ etmiştir. İnsanlara Allah'tan korkup sakınmayı, Allah'ı sevmeyi, Allah'a teslim olmayı öğütlemiştir.
İncil'de Hz. İsa'nın, halkın önünde bu sahte din adamlarının sahtekarlıklarını şu şekilde açıkladığı ifade edilir:
"Uzun kaftanlar içinde dolaşmaktan hoşlanan, meydanlarda selamlanmaya, havralarda en seçkin yerlere, şölenlerde baş köşelere kurulmaya bayılan din bilginlerinden sakının. Dul kadınların malını mülkünü sömüren, gösteriş için uzun uzun dua eden bu kişilerin cezası daha da ağır olacaktır." (Luka, 20: 46-47)
Kuran'da ise Hz. İsa'nın Tevrat'ı doğrulamak, Yahudileri batıl inanış ve uygulamalarından arındırmak için gönderildiği birçok örnekle haber verilmiştir. Al-i İmran Suresi'nde Hz. İsa'nın tebliği şöyle haber verilmiştir:
"Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbiniz'den bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin. Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz'dir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur." (Al-i İmran Suresi, 50-51)
Dönemin bazı Yahudi din adamları, kitaplarında yazılı olan Mesih'i bekliyor olmalarına ve Hz. İsa'nın üstün ahlakına, imanına ve Rabbimiz'in ona lütfettiği mucizelere şahit olmalarına rağmen Hz. İsa'yı tanımazlıktan gelmiş ve ona karşı büyük mücadele yürütmüşlerdir. İşte geçmişte menfaatleri sarsılan bazı sözde din adamlarının Hz. İsa'ya karşı çıkmaları gibi, Hz. İsa yeniden dünyaya geldiğinde de benzer ahlaka sahip kişilerin Hz. İsa'ya karşı çıkmaları söz konusu olabilir. Sözde din adamı görünümünde olan bu kişilerin kendilerince Hz. İsa aleyhinde konuşmaları ve bu yönde propaganda yapmaları halkın bazı kesimlerinin de yanlış yönlenmesine sebep olabilir. Oysa samimi olarak Allah'ın indirdiği dine inanan ve yalnızca Allah rızası için yaşayan bir insan, Allah'ın izniyle, Hz. İsa'yı gördüğü anda vicdanıyla hemen bu mübarek peygamberi tanır ve ona tam bir teslimiyetle teslim olur. Samimi olarak iman edenlerin, makam mevki elde etmek, elde etmiş oldukları konumları korumak gibi bir kaygı ve endişeleri yoktur. Salih müminlerin tek istekleri yalnızca Allah'ı razı etmek ve O'nun hoşnut olacağı bir yaşam sürebilmektir. Hz. İsa geldiğinde de, yine yalnızca Allah'ın rızasını gözetmelerinden dolayı, Allah'ın izniyle bu mübarek peygambere tabi olacak ve onu en güzel şekilde destekleyeceklerdir.
http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/19864
20 Kasım 2010 Cumartesi
18 Kasım 2010 Perşembe
El Berzenci Hazretleri'nin Kıyamet Alametleri Kitabından Önemli Açıklamalar
(TV Kayseri, 10 Kasım 2010)
Şeyhi Ekber bu hususta şöyle bir şiir söylemiştir:
Dikkat edin Velîlerin sonu şehiddir. Varlıklar İmamı'nın gözüdür. O, Âli Ahmed neslinden gelecek olan Seyyid Mehdîdir. Kötülükleri bertaraf edecek keskin bir kılınçtır! Bütün gam ve zülmetleri giderecek Güneş'tir. İhsanda bulunduğu zaman, pek bereketli bir yağmurdur.
Hz. Mehdi (as) şehittir. Çok seçkin bir imamdır. Peygamberimiz (sav)'in neslindendir. İlim kılıncıdır, kötülükleri bertaraf edecek ama keskin bir kılıç, çok etkili. Bütün gam ve zulmetleri, gam ne demek? İnsanlarda üzüntü, stres, gerilim, acılar, psikolojik bütün bozuklukları giderecek. Ve her türlü zulmü; işkence, tehdit, insanların her türlü acı çektiği olayları giderecek Güneş'tir diyor. Atatürk ne diyor? Güneş diyor. Bediüzzaman ne diyor? Güneş diyor. Resulullah (sav) ne diyor hadisinde, Güneş diyor. Yağmur gibi ihsanda bulunur.
Zamanı gelmiştir. Geçen üç asırdan sonra gelen dördüncü asırda zahir olmuştur. Çünkü Peygamberimiz (sav) üç asırı bir arada zikr etmiş onları dördüncü asır takip etmiştir. Nitekim bir rivayette "Üçü birbiri ardınca, biri yalnız başına…" diye varid olmuştur.
Yani üç yüzyıl peşpeşe, biri de yalnız başına dört. Bin eklersen ne yapar? Hicri 1400. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav)'in vefatından bin yıl sonra geleceğini İmam Rabbani söylüyor. Bu rivayetle de birleşince Hicri 1400.
Kendisine gelince; İktidar ve siyaset sahibidir. Muhtaç bulunduğu gücü, Allah’tan alacaktır. Çünkü O, doğrulanmış kuş ve bütün hayvanların dillerini bilen bir halifedir. Onun için adâleti, bütün insanlar ve cinlerce cari olacaktır.
Muhtaç bulunduğu gücü insanlardan değil, Allah'tan alacaktır. Çünkü O, doğru olduğu Allah tarafından tasdik edilmiş, hadisle, kuş ve bütün hayvanların dillerini bilen, yani bütün hayvanlara karşı sevgi duyan bir halifedir. Ne kadar hayvan varsa hepsine karşı sevgi duyuyor. Adaleti cinlere de cari olacaktır diyor, demek ki cinlerle de bağlantısı olacak. Onlar arasında da adalet sağlıyor. Cinlerin de birbirlerine eziyet etmesini engelliyor.
Yukarıda arz ettiğimiz, gibi Allah ona inanmış kimseleri yardımcı kılmıştır. O verzirleri sâyesinde bütün işleri en güzel bir şekilde başaracaktır.
Vezirleri sayesinde bütün işleri başaracaktır; demek ki talebeleri var. Hz. Mehdi (as) yalnız olmayacak diyor Peygamberimiz (sav).
Mehdî’nin vezirlerine yaptırtacağı işlerde, muhtaç olduğu hususlar:
1. Basiret sahibi olması; Çünkü insanları Allah’a dâvet etme hususunda, böyle bir haslete luzüm hissedilir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur, Peygamberinden hikâye ederek, "Ben bana uyanlarla tam bir basiret üzerine Allah'a davet ederim."
Mehdî hiç şüphe yok ki Peygambere uyanlardandır. Allah’a dâvet hususunda peygamber nasıl yanılmıyorsa Mehdî de öyle yanılmaz.. Çünkü o, O'nun izindedir.
Hz. Mehdi (as)'ın en önemli özelliklerinden birisi basiret sahibi olması. "Ben Bana uyanlarla tam bir basiret üzerine Allah'a davet ederim"; yani "Ben talebelerimle Allah'a davet ederim insanları", ayetin Hz. Mehdi (as)'a bakan yönünü açıklıyor. Ahkamda masumdur Mehdi.
2. İlâhi kitabı anlaması.
Kuran'ı çok iyi anlayacak ve çok iyi anlatacak.
3. İlâhi-Kelâm’ın mânasını bilmesi.
Kuran'ı çok güzel tefsir edecek, insanlara açıklayacak.
4. Tayin edeceği kimselerin durumlarınıi hâl ve hareketlerini iyi bilmesi..
O kişinin durumunu, halini ve hareketlerini; yani genel karakterini, ruh halini, derinliğini, psikolojik yapısını, hepsini çok iyi analiz edecek Hz. Mehdi (as).
5. Öfkelendiği zaman bile merhamet ve adâletten ayrılmaması..
Çok şiddetli öfke gelecek üzerine Allah tarafından, fakat buna rağmen son derece merhametli ve adaletten ayrılmayan bir insan olacak. Çok merhametli, yani çok sinirlendiğinde de tutarlı. Makul düşünüyor, tutarlı düşünüyor, Kuran'a göre hareket ediyor ve adaletten ayrılmıyor. Yani, kendi aleyhine bile olsa mutlaka adaletle karar veriyor. Kendini kurtaran veyahut çıkarlarını kurtaran bir tavır içerisinde değil.
6. Varlıkların sınıflarını bilmesi..
Çocuklara çocuk olmasına göre hareket ediyor, olgun olana olguna göre hareket ediyor, dede olana dedeye göre, kadına kadının hoşlanacağı şekilde. Her insana onun hoşlanacağı şekilde hareket ediyor. Ve onların ruhuna hitap etmeyi biliyor. Hz. Mehdi (as)'ın bir özelliği.
7. İşlerin girift taraflarını bilmesi; çünkü bunlardan haberi olan bir lider vereceği hükümlerde yanılmaz.. Mehdî kıyas ilmini onunla hükmetmek için değil de ondan kaçınmak için bilir. Çünkü verdiği hüküm doğru bir ilhâm neticesi olacak. Yâni Muhammed (S.A.V.)’in getirdiği Şeriat üzere hükmedecek. Bu sebepledir ki Peygamber (S.A.V.), onu vasf ederken <> demiştir. Bundan anlıyoruz ki, O, Şerîat sahibi değil de Şeriate uyarıdır. Ve aynı zamanda günahtan da masumdur. Burdaki masumluluğundan murat hükümdeki masumiyetidir. Çünkü gerçek m’anada ismet ancak Peygamber için söz konusu olabilir. Oysa O, Peygamber değil Velîdir. Velîler günah işlemekten mahfuzdurlar; Mâsum değildirler.
İşlerin girift taraflarını bilmesi; en ince detaylarına kadar olayları biliyor. Analiz ediyor. Bir kişi birşeyi niçin yaptı, ne nedendir, çok ince analiz gücü var.
Çünkü bunlardan haberi olan bir lider vereceği hükümlerde yanılmaz; asla yanılmaz Hz. Mehdi (as)
Mehdî kıyas ilmini onunla hükmetmek için değil de ondan kaçınmak için bilir; Yani kıyasla hareket etmeyecek Hz. Mehdi (as). Fıkıhta kullanılan kıyas ilmi onun için yok, kıyastan kaçınıyor.
Vahiyle bildiriyor Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi (as)'ın hataya düşmeyeceğini. Ahkamda masumdur Hz. Mehdi (as). Hata yaptığı dediği yerde, mutlaka yine doğru yapmış oluyor. Hataya Allah müsaade etmiyor onda. Masum imamdır, bir tek Hz. Mehdi (as)'a mahsustur bu. Allah'ın özel koruması altında. Masum İmam. Hükümde masum. Ama gerçek manada ismet ancak Peygamberlerde oluyor, Peygamberler her yönüyle korunuyor.
8. İnsanların ihtiyacını iyi anlamak; Çünkü onların her türlü işlerini görmek için Allah onu diğer insanlar üzerine tekdim etmiştir. Liderlerin davranış ve faaliyetlerî kendi nefislerinden ziyâde halkın menfaati için olmalı.. halkın yararına olan şeylerle uğraşıp onların işlerini görmeyen bir lider azl edilmelidir. Çünkü onunla diğer insanlar arasında artık bir fark kalmamıştır.
Hz. Mehdi (as)'ın özelliği şu; tüm dünya onun ailesi oluyor. Uganda'da bir çocuğun ayağı kırılsa, Hz. Mehdi (as)'ın evladının ayağı kırılmış gibi ilgi görecek. Londra'daki Müslümanla Uganda'daki Müslüman aynı muameleyi görecek. O da kaliteli yemek yiyecek diğeri de, ikisi de kaliteli bakım görecek, ikisi de güzel evlerde yaşayacak. İkinci sınıf vatandaş, üçüncü sınıf vatandaş kalkıyor. Tüm dünya Hz. Mehdi (as)'ın evladı gibi oluyor. Mesela, Japonya'daki bir çocuğa ameliyat yapılacak. Hani var ya bazı cemaatlerde, kimsenin haberi olmaz adama ne yapıldığından, kimsenin kimseden haberi olmaz. Hz. Mehdi (as)'da öyle olmayacak. Hz. Mehdi (as) kendine yapılan bir ameliyat gibi titiz olacak. Onun için Hz. Mehdi (as) imamlığı kabulde direnecek. İmamlığı kabul etmiyor, zorla imamlık veriliyor. O manevi sorumluluk çok şiddetli olduğu için, bütün dünyadan sorumlu olduğu için ölüm tehdidiyle İmamlık görevi veriliyor. Kendi nefsi için değil, halkın menfaatini çok iyi kollayacak Hz. Mehdi (as). Halka faydalı olmayan her türlü lideri azledecek. Mutlaka çok titiz takip edecek. Hastanede herkes birinci sınıf insan olacak. Herkes en iyi yemeği yiyecek, Hz. Mehdi (as) kendi yediğini tüm dünyanın yemesini, kendi giydiğini herkesin giymesini, kendi evinin rahatlığını tüm dünyaya sağlayacak. Hz. Mehdi (as)'ın özelliğidir bu. Çünkü onunla diğer insanlar arasında bir fark kalmamıştır, yani aynıdır, aynı hükümde, herkese kendi evladı gibi titiz bakıyor.
9. Bilhassa kendi zamanında ihtiyaç hissedilen gaibî ilimlere vukufu bulunması, çünkü ancak o sayede yeni yeni zuhur edecek meseleleri hal edebilir. Yukarıda arz ettiğimiz gibi Mehdî kıyasla hükm etmeyecektir. Çünkü kıyas bir çok meselelerin meydana gelmesini intaç eder ki, bu, kulları zor duruma sokar. Oysa İslâm’da esas olan tahtifdir. Bu sebepledir ki. Resûlüllâh (sav) şöyle buyururlardı. "Size terk ettiğim hususlarda beni başa başa bırakın." Böylece fazla hüküm ve teklif meydana gelmemesi için kendisine çok sorulmasından hoşlanmazdı. Ancak Hakkın ona emrettiği meseleleri tebliğ ile yetinirlerdi. Madem ki Mehdî Resûlüllah’ın izinde olacak ve hataya düimeyecek öyleyse tıpkı Allah Resûlü gibi varlıklara karşı son derece merhametli olması gerekir.
İşte bu dokuz hasletin Mehdî’de bulunması gerektir.
Bilhassa kendi zamanında ihtiyaç hissedilen gaibî ilimlere vukufu bulunması; Yani gelecekte olan olaylar hadisten, Kuran'ın ayetlerinden çok iyi biliyor ileride neler olacağını. Allah'ın dilemesiyle ileride ne olacağını bildiği için ona göre tedbir alıyor.
Kıyas kalkıyor, Hz. Mehdi (as) da kıyas yok. Bir çok hüküm, karmakarışık hükümler, insanların içinden çıkamayacağı bir din anlayışı gelişir o zaman diyor. Hz. Mehdi (as) bunu kabul etmiyor. Çünkü bu kulları zor duruma sokar. Kolaylık dinidir bizim dinimiz. Dinin kolaylaştırılması Allah'ın emridir. Zorlaştırılması da şeytanın ilkası olur. İslam'da esas olan tahfiftir. İbadetleri kolay hale getirme, dini kolay hale getirme, hayatı kolay hale getirme.
"Size terk ettiğim hususlarda beni başa başa bırakın."; Yani "yeni yeni hükümler çıkartırtmayın. Bana soru sormayın." Sahabeler "şu nasıl olacak?" dediklerinde, "nasıl biliyorsanız öyle yapın. Çünkü ben söylersem o hüküm olur artık ve yapmak durumunda kalırsınız, onun için bana sormayın, özgürce yaşayın" diyor Peygamberimiz (sav). "Önemli birşeyse zaten ben onu uyarırım" diyor. "Ama söylemediysem hüküm çıkartmaya kalkmayın ve bunu da zorlamayın" diyor.
Fazla hüküm ve teklif meydana gelmemesi; şimdi olan nedir? Çok fazla hüküm ve teklif meydana gelmiştir. O yüzden ayrı hurafeler çıkmıştır, uydurma izahlar çıkmıştır, din bambaşka bir şekle sokulmuştur. Ve İslam aleminin çektiği acıların kökeninde bu vardır.
Tebliğle yetinirdi; Mühim ve hayati konuları Allah ona söylüyor, onun dışında Müslümanları serbest ve rahat bırakmak lazım.
Madem ki Mehdî Resûlüllah’ın izinde olacak ve hataya düşmeyecek öyleyse tıpkı Allah Resûlü gibi varlıklara karşı son derece merhametli olması gerekir; Yani merhametli değil, son derece merhametli, tüm varlıklara. Kedilere, köpeklere, balıklara, insanlara, çocuklara hepsine.
Peygamberimizin sağlığında sadece Mehdî’nin yanılmayacağını beyan etmiş ve diğerleri hakkında süküt buyurmuşlardır; Yani diğer hiçbir imam Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve diğer çıkacak veliler hakkında Peygamberimiz (sav) masum olacaktırlar dememiştir. Hz. Mehdi (as)'ın yanılmayacağını beyan etmiş, hadisle sabit.
İsa Âleyhisselâm onun zamanında Dımışık mescidinin doğusundaki beyaz bir minâreye, insanlar ikindi namazında iken inecektir. İmâm çekilip onu önüne geçirecek, O da insanlar imamlık yaparak Muhammed (S.A.V.)’in şeriatı üzere namaz kılacaktır.
Bunu da bir kısım şahıslar yanlış anlıyorlar. Şam çok geniş bir alandır. Çok geniş bir alana İstanbul da dahil Anadolu da dahil Şam deniyor. Demek ki yüksekçe bir ev, yüksek bir yer, öyle bir binaya gelecek diyor. Çünkü minare demek, ilk akla gelen yüksek bir yapı. Heryere sesin duyurulabildiği, yüksek bir yer.
Tenbih:
Bu hadîs’in taşıdğı anlam, İsa (as)’ın sabah namazında, "Bu senin için ikame edilmiştir!" diyerek Mehdî’ye iktida edeceğini belirten hadîslere ters düşmez.
Hz. Mehdi (as)'ı öne geçirip Hz. İsa (as)'ın onun imamlığında namaz kıldığı duruma ters düşmez diyor. Yani Hz. İsa (as), Hz. Mehdi (as)'ı imamlığa geçiriyor, sonra Hz. Mehdi (as) Hz. İsa (as)'ı vezir tayin ediyor. Burada anlatılan olay bundan sonra gelişen bir olaydır. Yani Hz. Mehdi (as)'ın imamlığı sabit oluyor, dünyanın lideri olduğu kabul ediliyor, Hz. isa (as) onun imamlığını tasdik ediyor. Hz. Mehdi (as) da çeşitli insanlara imamlık veriyor, Hz. İsa (as) da onun baş veziri, ona da imamlık veriyor.
Peygamber Efendimiz (sav)'in ahir zamanda beyaz minarelerin yapılacağını bilmesi zaten bir mucizedir. O zaman minareler yoktu. Ama bunu haber veriyor. Hayret edilecek birşey bir mucizedir. Demek ki ya İstanbul'da ya Kudüs'te, böyle bir yerde Hz. İsa (as), Şam denilen bölge içinde, orada beyaz minaresi olan bir camide namaz kıldıracak inşaAllah.
http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/19832
Şeyhi Ekber bu hususta şöyle bir şiir söylemiştir:
Dikkat edin Velîlerin sonu şehiddir. Varlıklar İmamı'nın gözüdür. O, Âli Ahmed neslinden gelecek olan Seyyid Mehdîdir. Kötülükleri bertaraf edecek keskin bir kılınçtır! Bütün gam ve zülmetleri giderecek Güneş'tir. İhsanda bulunduğu zaman, pek bereketli bir yağmurdur.
Hz. Mehdi (as) şehittir. Çok seçkin bir imamdır. Peygamberimiz (sav)'in neslindendir. İlim kılıncıdır, kötülükleri bertaraf edecek ama keskin bir kılıç, çok etkili. Bütün gam ve zulmetleri, gam ne demek? İnsanlarda üzüntü, stres, gerilim, acılar, psikolojik bütün bozuklukları giderecek. Ve her türlü zulmü; işkence, tehdit, insanların her türlü acı çektiği olayları giderecek Güneş'tir diyor. Atatürk ne diyor? Güneş diyor. Bediüzzaman ne diyor? Güneş diyor. Resulullah (sav) ne diyor hadisinde, Güneş diyor. Yağmur gibi ihsanda bulunur.
Zamanı gelmiştir. Geçen üç asırdan sonra gelen dördüncü asırda zahir olmuştur. Çünkü Peygamberimiz (sav) üç asırı bir arada zikr etmiş onları dördüncü asır takip etmiştir. Nitekim bir rivayette "Üçü birbiri ardınca, biri yalnız başına…" diye varid olmuştur.
Yani üç yüzyıl peşpeşe, biri de yalnız başına dört. Bin eklersen ne yapar? Hicri 1400. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav)'in vefatından bin yıl sonra geleceğini İmam Rabbani söylüyor. Bu rivayetle de birleşince Hicri 1400.
Kendisine gelince; İktidar ve siyaset sahibidir. Muhtaç bulunduğu gücü, Allah’tan alacaktır. Çünkü O, doğrulanmış kuş ve bütün hayvanların dillerini bilen bir halifedir. Onun için adâleti, bütün insanlar ve cinlerce cari olacaktır.
Muhtaç bulunduğu gücü insanlardan değil, Allah'tan alacaktır. Çünkü O, doğru olduğu Allah tarafından tasdik edilmiş, hadisle, kuş ve bütün hayvanların dillerini bilen, yani bütün hayvanlara karşı sevgi duyan bir halifedir. Ne kadar hayvan varsa hepsine karşı sevgi duyuyor. Adaleti cinlere de cari olacaktır diyor, demek ki cinlerle de bağlantısı olacak. Onlar arasında da adalet sağlıyor. Cinlerin de birbirlerine eziyet etmesini engelliyor.
Yukarıda arz ettiğimiz, gibi Allah ona inanmış kimseleri yardımcı kılmıştır. O verzirleri sâyesinde bütün işleri en güzel bir şekilde başaracaktır.
Vezirleri sayesinde bütün işleri başaracaktır; demek ki talebeleri var. Hz. Mehdi (as) yalnız olmayacak diyor Peygamberimiz (sav).
Mehdî’nin vezirlerine yaptırtacağı işlerde, muhtaç olduğu hususlar:
1. Basiret sahibi olması; Çünkü insanları Allah’a dâvet etme hususunda, böyle bir haslete luzüm hissedilir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur, Peygamberinden hikâye ederek, "Ben bana uyanlarla tam bir basiret üzerine Allah'a davet ederim."
Mehdî hiç şüphe yok ki Peygambere uyanlardandır. Allah’a dâvet hususunda peygamber nasıl yanılmıyorsa Mehdî de öyle yanılmaz.. Çünkü o, O'nun izindedir.
Hz. Mehdi (as)'ın en önemli özelliklerinden birisi basiret sahibi olması. "Ben Bana uyanlarla tam bir basiret üzerine Allah'a davet ederim"; yani "Ben talebelerimle Allah'a davet ederim insanları", ayetin Hz. Mehdi (as)'a bakan yönünü açıklıyor. Ahkamda masumdur Mehdi.
2. İlâhi kitabı anlaması.
Kuran'ı çok iyi anlayacak ve çok iyi anlatacak.
3. İlâhi-Kelâm’ın mânasını bilmesi.
Kuran'ı çok güzel tefsir edecek, insanlara açıklayacak.
4. Tayin edeceği kimselerin durumlarınıi hâl ve hareketlerini iyi bilmesi..
O kişinin durumunu, halini ve hareketlerini; yani genel karakterini, ruh halini, derinliğini, psikolojik yapısını, hepsini çok iyi analiz edecek Hz. Mehdi (as).
5. Öfkelendiği zaman bile merhamet ve adâletten ayrılmaması..
Çok şiddetli öfke gelecek üzerine Allah tarafından, fakat buna rağmen son derece merhametli ve adaletten ayrılmayan bir insan olacak. Çok merhametli, yani çok sinirlendiğinde de tutarlı. Makul düşünüyor, tutarlı düşünüyor, Kuran'a göre hareket ediyor ve adaletten ayrılmıyor. Yani, kendi aleyhine bile olsa mutlaka adaletle karar veriyor. Kendini kurtaran veyahut çıkarlarını kurtaran bir tavır içerisinde değil.
6. Varlıkların sınıflarını bilmesi..
Çocuklara çocuk olmasına göre hareket ediyor, olgun olana olguna göre hareket ediyor, dede olana dedeye göre, kadına kadının hoşlanacağı şekilde. Her insana onun hoşlanacağı şekilde hareket ediyor. Ve onların ruhuna hitap etmeyi biliyor. Hz. Mehdi (as)'ın bir özelliği.
7. İşlerin girift taraflarını bilmesi; çünkü bunlardan haberi olan bir lider vereceği hükümlerde yanılmaz.. Mehdî kıyas ilmini onunla hükmetmek için değil de ondan kaçınmak için bilir. Çünkü verdiği hüküm doğru bir ilhâm neticesi olacak. Yâni Muhammed (S.A.V.)’in getirdiği Şeriat üzere hükmedecek. Bu sebepledir ki Peygamber (S.A.V.), onu vasf ederken <
İşlerin girift taraflarını bilmesi; en ince detaylarına kadar olayları biliyor. Analiz ediyor. Bir kişi birşeyi niçin yaptı, ne nedendir, çok ince analiz gücü var.
Çünkü bunlardan haberi olan bir lider vereceği hükümlerde yanılmaz; asla yanılmaz Hz. Mehdi (as)
Mehdî kıyas ilmini onunla hükmetmek için değil de ondan kaçınmak için bilir; Yani kıyasla hareket etmeyecek Hz. Mehdi (as). Fıkıhta kullanılan kıyas ilmi onun için yok, kıyastan kaçınıyor.
Vahiyle bildiriyor Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi (as)'ın hataya düşmeyeceğini. Ahkamda masumdur Hz. Mehdi (as). Hata yaptığı dediği yerde, mutlaka yine doğru yapmış oluyor. Hataya Allah müsaade etmiyor onda. Masum imamdır, bir tek Hz. Mehdi (as)'a mahsustur bu. Allah'ın özel koruması altında. Masum İmam. Hükümde masum. Ama gerçek manada ismet ancak Peygamberlerde oluyor, Peygamberler her yönüyle korunuyor.
8. İnsanların ihtiyacını iyi anlamak; Çünkü onların her türlü işlerini görmek için Allah onu diğer insanlar üzerine tekdim etmiştir. Liderlerin davranış ve faaliyetlerî kendi nefislerinden ziyâde halkın menfaati için olmalı.. halkın yararına olan şeylerle uğraşıp onların işlerini görmeyen bir lider azl edilmelidir. Çünkü onunla diğer insanlar arasında artık bir fark kalmamıştır.
Hz. Mehdi (as)'ın özelliği şu; tüm dünya onun ailesi oluyor. Uganda'da bir çocuğun ayağı kırılsa, Hz. Mehdi (as)'ın evladının ayağı kırılmış gibi ilgi görecek. Londra'daki Müslümanla Uganda'daki Müslüman aynı muameleyi görecek. O da kaliteli yemek yiyecek diğeri de, ikisi de kaliteli bakım görecek, ikisi de güzel evlerde yaşayacak. İkinci sınıf vatandaş, üçüncü sınıf vatandaş kalkıyor. Tüm dünya Hz. Mehdi (as)'ın evladı gibi oluyor. Mesela, Japonya'daki bir çocuğa ameliyat yapılacak. Hani var ya bazı cemaatlerde, kimsenin haberi olmaz adama ne yapıldığından, kimsenin kimseden haberi olmaz. Hz. Mehdi (as)'da öyle olmayacak. Hz. Mehdi (as) kendine yapılan bir ameliyat gibi titiz olacak. Onun için Hz. Mehdi (as) imamlığı kabulde direnecek. İmamlığı kabul etmiyor, zorla imamlık veriliyor. O manevi sorumluluk çok şiddetli olduğu için, bütün dünyadan sorumlu olduğu için ölüm tehdidiyle İmamlık görevi veriliyor. Kendi nefsi için değil, halkın menfaatini çok iyi kollayacak Hz. Mehdi (as). Halka faydalı olmayan her türlü lideri azledecek. Mutlaka çok titiz takip edecek. Hastanede herkes birinci sınıf insan olacak. Herkes en iyi yemeği yiyecek, Hz. Mehdi (as) kendi yediğini tüm dünyanın yemesini, kendi giydiğini herkesin giymesini, kendi evinin rahatlığını tüm dünyaya sağlayacak. Hz. Mehdi (as)'ın özelliğidir bu. Çünkü onunla diğer insanlar arasında bir fark kalmamıştır, yani aynıdır, aynı hükümde, herkese kendi evladı gibi titiz bakıyor.
9. Bilhassa kendi zamanında ihtiyaç hissedilen gaibî ilimlere vukufu bulunması, çünkü ancak o sayede yeni yeni zuhur edecek meseleleri hal edebilir. Yukarıda arz ettiğimiz gibi Mehdî kıyasla hükm etmeyecektir. Çünkü kıyas bir çok meselelerin meydana gelmesini intaç eder ki, bu, kulları zor duruma sokar. Oysa İslâm’da esas olan tahtifdir. Bu sebepledir ki. Resûlüllâh (sav) şöyle buyururlardı. "Size terk ettiğim hususlarda beni başa başa bırakın." Böylece fazla hüküm ve teklif meydana gelmemesi için kendisine çok sorulmasından hoşlanmazdı. Ancak Hakkın ona emrettiği meseleleri tebliğ ile yetinirlerdi. Madem ki Mehdî Resûlüllah’ın izinde olacak ve hataya düimeyecek öyleyse tıpkı Allah Resûlü gibi varlıklara karşı son derece merhametli olması gerekir.
İşte bu dokuz hasletin Mehdî’de bulunması gerektir.
Bilhassa kendi zamanında ihtiyaç hissedilen gaibî ilimlere vukufu bulunması; Yani gelecekte olan olaylar hadisten, Kuran'ın ayetlerinden çok iyi biliyor ileride neler olacağını. Allah'ın dilemesiyle ileride ne olacağını bildiği için ona göre tedbir alıyor.
Kıyas kalkıyor, Hz. Mehdi (as) da kıyas yok. Bir çok hüküm, karmakarışık hükümler, insanların içinden çıkamayacağı bir din anlayışı gelişir o zaman diyor. Hz. Mehdi (as) bunu kabul etmiyor. Çünkü bu kulları zor duruma sokar. Kolaylık dinidir bizim dinimiz. Dinin kolaylaştırılması Allah'ın emridir. Zorlaştırılması da şeytanın ilkası olur. İslam'da esas olan tahfiftir. İbadetleri kolay hale getirme, dini kolay hale getirme, hayatı kolay hale getirme.
"Size terk ettiğim hususlarda beni başa başa bırakın."; Yani "yeni yeni hükümler çıkartırtmayın. Bana soru sormayın." Sahabeler "şu nasıl olacak?" dediklerinde, "nasıl biliyorsanız öyle yapın. Çünkü ben söylersem o hüküm olur artık ve yapmak durumunda kalırsınız, onun için bana sormayın, özgürce yaşayın" diyor Peygamberimiz (sav). "Önemli birşeyse zaten ben onu uyarırım" diyor. "Ama söylemediysem hüküm çıkartmaya kalkmayın ve bunu da zorlamayın" diyor.
Fazla hüküm ve teklif meydana gelmemesi; şimdi olan nedir? Çok fazla hüküm ve teklif meydana gelmiştir. O yüzden ayrı hurafeler çıkmıştır, uydurma izahlar çıkmıştır, din bambaşka bir şekle sokulmuştur. Ve İslam aleminin çektiği acıların kökeninde bu vardır.
Tebliğle yetinirdi; Mühim ve hayati konuları Allah ona söylüyor, onun dışında Müslümanları serbest ve rahat bırakmak lazım.
Madem ki Mehdî Resûlüllah’ın izinde olacak ve hataya düşmeyecek öyleyse tıpkı Allah Resûlü gibi varlıklara karşı son derece merhametli olması gerekir; Yani merhametli değil, son derece merhametli, tüm varlıklara. Kedilere, köpeklere, balıklara, insanlara, çocuklara hepsine.
Peygamberimizin sağlığında sadece Mehdî’nin yanılmayacağını beyan etmiş ve diğerleri hakkında süküt buyurmuşlardır; Yani diğer hiçbir imam Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve diğer çıkacak veliler hakkında Peygamberimiz (sav) masum olacaktırlar dememiştir. Hz. Mehdi (as)'ın yanılmayacağını beyan etmiş, hadisle sabit.
İsa Âleyhisselâm onun zamanında Dımışık mescidinin doğusundaki beyaz bir minâreye, insanlar ikindi namazında iken inecektir. İmâm çekilip onu önüne geçirecek, O da insanlar imamlık yaparak Muhammed (S.A.V.)’in şeriatı üzere namaz kılacaktır.
Bunu da bir kısım şahıslar yanlış anlıyorlar. Şam çok geniş bir alandır. Çok geniş bir alana İstanbul da dahil Anadolu da dahil Şam deniyor. Demek ki yüksekçe bir ev, yüksek bir yer, öyle bir binaya gelecek diyor. Çünkü minare demek, ilk akla gelen yüksek bir yapı. Heryere sesin duyurulabildiği, yüksek bir yer.
Tenbih:
Bu hadîs’in taşıdğı anlam, İsa (as)’ın sabah namazında, "Bu senin için ikame edilmiştir!" diyerek Mehdî’ye iktida edeceğini belirten hadîslere ters düşmez.
Hz. Mehdi (as)'ı öne geçirip Hz. İsa (as)'ın onun imamlığında namaz kıldığı duruma ters düşmez diyor. Yani Hz. İsa (as), Hz. Mehdi (as)'ı imamlığa geçiriyor, sonra Hz. Mehdi (as) Hz. İsa (as)'ı vezir tayin ediyor. Burada anlatılan olay bundan sonra gelişen bir olaydır. Yani Hz. Mehdi (as)'ın imamlığı sabit oluyor, dünyanın lideri olduğu kabul ediliyor, Hz. isa (as) onun imamlığını tasdik ediyor. Hz. Mehdi (as) da çeşitli insanlara imamlık veriyor, Hz. İsa (as) da onun baş veziri, ona da imamlık veriyor.
Peygamber Efendimiz (sav)'in ahir zamanda beyaz minarelerin yapılacağını bilmesi zaten bir mucizedir. O zaman minareler yoktu. Ama bunu haber veriyor. Hayret edilecek birşey bir mucizedir. Demek ki ya İstanbul'da ya Kudüs'te, böyle bir yerde Hz. İsa (as), Şam denilen bölge içinde, orada beyaz minaresi olan bir camide namaz kıldıracak inşaAllah.
Hazreti Mehdi (a.s.)'ın Önemi Ve Üstün Olması
İbni Şirin’den nakl edilmiştir: "MEHDİ EBU BEKR VE ÖMER (RA)'DAN ÜSTÜNDÜR… Ebu bekr’e (ra) dediler ki:
"O, Ebu Bekr ve Ömer’den de mi üstün olacak?" "BAZI PEYGAMBERLERDEN BİLE ÜSTÜN OLACAKTIR!" diye cevab verdi.. (Berzenci, Kıyamet Alametleri, 10. Baskı, sf. 193)
Nefsâni arzular, behimi ihtiraslar, alabildiğine yayılmış, onlar dökülmüş, kurtlar şehirlere inmiş, her tarafı zulüm fırtınası kaplamıştır. Bu gündüzü, öyle bir gece takib etmiştir ki; (HZ. MEHDİ (AS) CEMAATİNİN) ŞEHİDLERİN EN HAYIRLISI, EMİNLERİN EN ÜSTÜNÜDÜR. ONLAR ALLAH’IN HAS KULLARIDIR.Her müşküllerini istişâre ile hallederler. Onlar etrafta olan bitenlerden bilgileri olan birer âriflerdir. Kendisine (Hz. Mehdi (as)'a) gelince; İktidar ve siyaset sahibidir. Muhtaç bulunduğu gücü, Allah’tan alacaktır. Çünkü O, doğrulanmış kuş ve bütün hayvanların dillerini bilen bir halifedir. Onun için adâleti, bütün insanlar ve cinlerce cari olacaktır. (Berzenci Kıyamet Alametleri, 10. baskı, sf. 189)
Sayıları Bedir Ashabı (313) kadardır. EVVELKİLER ONLARI (HZ. MEHDİ (AS) CEMAATİNİ) GEÇMEDİĞİ GİBİ, SONRAKİLER DE ONLARA YETİŞEMEZLER.Onların sayıları Talud ile nehri geçenler kadardır. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-i Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 57)
HZ. MEHDİ (A.S.) CENNETLE MÜJDELENMİŞTİR
İbn-i Abbas'tan; dedi ki: Hz. Resulullah şöyle buyurdu:
"HZ. MEHDİ (A.S.) CENNET EHLİNİN TAVUSUDUR." (El-Fusul’ül-Mühimme, s. 295; İbn-i Şirveyh-i Deylemi, el-Firdevs, Elif ve Lâm babı; Yenabi’ül-Mevedde, s. 181, 435 ve 489; Nur’ül-Ebsar, s. 154)
Enes bin Malik'den; dedi ki: Hz. Resulullah'ın şöyle buyurduğunu duydum: "BİZ ABDULMUTTALİB EVLÂTLARINDAN YEDİ KİŞİ CENNET EHLİNİN EFENDİLERİYİZ: BEN, HAMZA, ALİ, CAFER, HASAN, HÜSEYİN VE MEHDİ."(Sünen-i İbn-i Mace, hadis no: 4077, Yenabi’ül-Mevedde, s.435, Savaik-ül Muhrika, s.309, Zehair-ül Ukba, s.15, Metalib-üs Sual, ikinci bab, el- Burhan fi Alamat-ül Mehdi, ikinci bab ve...)
HZ. MEHDİ (A.S.) PEYGAMBERLER GİBİ ÇOK ÜSTÜN AHLAKLIDIR
Ebu Salih Saibi, El-Fitan adlı eserinde Hazreti Müminlerin Emiri (sav)’den nakletmiştir: “HAZRETİ MEHDİ (AS) GÖRÜNÜM, AHLAK, HUY VE ÜSTÜN FAZİLETİYLE, ALLAH’IN ELÇİSİ (SAV)’NE PEK BENZEYECEKTİR.”
[El-Melahim ve El-Fitan, Bölüm 79]
... Aynen, kartal cinsinden Neşir kuşunun kanatlarıyla titremesi gibi ALLAH'TAN KORKACAKTIR. (El Kavlu-l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 51)
Hz. Mehdi (as) Allah'a karşı son derece boyun eğicidir.AHLAK BAKIMINDAN PEYGAMBER (SAV)'E BENZER. (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s.163)
Ahlakı benim ahlakım olan bir evladım (Hz.Mehdi (as)) çıkacak. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 21)
Peygamberimiz (sav)'in üstün ahlakı Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
Şüphesiz sen üstün ve pek yüce bir ahlak üzerindesin. (Kalem Suresi, 4)
PEYGAMBERİMİZ (SAV) ÜMMETİNE, “HER NE OLURSA OLSUN, HZ. MEHDİ (A.S.)'I BULUP ONA TABİ OLMALARINI” BİLDİRMİŞTİR
Sizden veya sonra gelenlerden birisi ona (Hz. Mehdi (a.s.)'a) yetişirse, KAR ÜZERİNDE SÜRÜNEREK DAHİ OLSA gelsin ona katılsın. Muhakkak ki onlar hidayet sancaklarıdır. (Ramuz El Ehadis, 1. cilt, s. 298, no:2)
Sizden ona kim yetişirse, KAR ÜZERİNDE SÜRÜNEREK DAHİ OLSA ONA GELSİN. ONA KATILSIN. Zira o, Mehdi'dir. (İbn Mace, Fiten, B 34, H 4082; İbn Ebi Şeybe, c. VII, sf. 527; Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 14)
Sonra Hz. Mehdi aleyhisselam’ın sıfatlarını sayarak buyurdu ki: “İÇİNİZDEKİ EN GENİŞ SIĞINAKTIR, İÇİNİZDE İLMİ EN ÇOK OLANDIR, VE DOSTLARINI, SEVDİKLERİNİ EN FAZLA ARAYIP SORANDIR.Allah’ım! Onun zuhurunu, hüzünlerin giderilmesine vesile kıl ve ümmetin dağınıklığını onunla topla! Eğer Allah seni muvaffak kılarsa ONUN BİATINA KOŞ (ONA TABİ OL) VE ONDAN ASLA VAZGEÇME. EĞER MUVAFFAK OLUR DA, ONA ULAŞIR VE HİDAYET OLURSAN ONDAN ASLA VAZGEÇME. ÂH – VE ELİYELE GÖĞSÜNÜ GÖSTEREREK – ONU NE DE ÇOK GÖRMEK İSTERDİM.” (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 252)
Ebi Şeybe ve Naim b. Hammad Fiten isimli eserde, İbni Mace ve Ebu Naim ise İbni Mes’ud’dan tahric ettiler. O dedi ki:
“O (Hz. Mehdi (a.s.)) arza sahip olur ve kendisinden önce baskı ve zulümle dolu olan arzı adaletle doldurur.SİZDEN O’NA KİM YETİŞİRSE, KAR ÜZERİNDE SÜRÜNEREK DAHİ OLSA GELSİN, O’NA KATILSIN. ZİRA O HZ. MEHDİ (A.S.)'DİR.” (Ahir zaman Mehdisinin Alametleri, Celalettin Suyuti, s. 14)
"Ey inananların Efendisi, bize senin Mehdin (a.s.) hakkında haber ver." İnananların Efendisi dedi ki: "... O (MEHDİ (A.S.)) EN İYİ SIĞINAKTIR ARANIZDAKİ, EN İYİ BİLEN VE EN NAZİK OLANDIR. Ey Allah’ım, ona sadakat andını ızdıraptan çıkışın vesilesi yap ve ümmetin dağılmışlığını onun eliyle birleştir. SİZE İZİN VERİLDİĞİNDE BUNU YAPIN VE EĞER ONA (MEHDİ (A.S.)’A) ULAŞACAK BİR YOL BULACAK OLURSANIZ, ONDAN (MEHDİ (A.S)'DAN) BAŞKA YOL TUTMAYIN." (Kitab-ül Gaybet, [Bihar-ul Envar, cilt 51], Ansariyan Yayıncılık, derleyen: Muhammed Bakır el-Meclisi, İran-Kum, 2003, s. 184)
Ebul Carud der ki: İmam Muhammed Bakır aleyhisselam bana şöyle buyurdu: “Ey Ebul Carud! Zaman o kadar geçecek ki şöyle söyleyecekler: “Öldü mü? Helak mı oldu? Veya hangi vadiye gitti?” Ve Mehdi’yi arzu edenler de şöyle söyleyecek: “Ne zaman zuhur edecek? Artık kemikleri çürüdü? İŞTE O ZAMAN ZUHURU BEKLEYİN VE ONUN ZUHUR ETTİĞİNİ DUYARSANIZ, BUZUN ÜZERİNDE SÜRÜNSENİZ DAHİ ONA ULAŞMAYA ÇALIŞIN.” (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s .177)
HZ. MEHDİ (A.S.)'IN GELİŞİ TÜM İNSANLAR İÇİN BİR MÜJDEDİR
"HZ. MEHDİ İLE MÜJDELENİN. O Kureyş'ten ve Ehl-i Beyt'imden bir kişidir. O, insanların ihtilaf ve sosyal sarsıntılar içinde bulundukları bir sırada çıkar. O (Hz. Mehdi (a.s.)) yeryüzünü, kendinden önce zulüm ve baskı ile doldurulduğu gibi, adalet ve insanf ile (merhametle) doldurur. (Hz. Ebu Said el Hudri r.a. / Ramuz El-Ehadis 1. cilt, Sayfa 7, No 7) Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 13)
Bütün bunlar (ahir zaman alametleri) ülkelerin değişmeye uğrayacağı, kulların zayıf duruma düşeceği ve Hz. Mehdi (a.s.)'ın çıkmasından ümit kesileceği bir dönemde gerçekleşecektir. İşte o zaman benim soyumdan olan Kaim (Hz. Mehdi (a.s.)), bir kavimle ortaya çıkacak ve Allah, bu kavim aracılığıyla hakkı üstün getirip onların ilim kılınçları ile batılı söndürecektir... EY İNSANLAR, MEHDİ'NİN ÇIKIŞI İLE MÜJDELENİN.Çünkü AIlah'ın vaadi gerçektir, boşa çıkmaz. O'nun hükmü geri çevrilmez. O, her şeyi hikmet üzere yapar ve her şeyi bilir. Allah'ın fethi yakındır.
(Yenabiu'l-Mevedde, sf. 440)
Ebu'l Hicaf da Peygamber'in (s.a.a) üç defa şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: ''HZ. MEHDİ (A.S.) HUSUSUNDA MÜJDELER OLSUN SİZLERE. Halkın dağıldığı ve zorlukların baş gösterdiği zaman Hz. Mehdi (a.s.) zuhur edecektir. Zulüm ve sitemle dolan yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Kulların kalbine Allah'a kulluğu yerleştirecek ve adaleti herkesi kaplayacaktır.(Peygamberin Ehl-i Beytinden Olan Hz. Mehdi (a.s.), s. 16; Bihar-ül Envar, c. 51, s. 74)
"İnsanlar, şiddetli bir korku üzerinde olmadıkça, Hz. Mehdi (as) ZUHUR etmez. Ondan önce zelzeleler, fitneler, insanların başına gelen belalar ve taun (veba) hastalığı zuhur edecektir… İşte o vakit (Hz. Mehdi (as)) zuhur edecektir. ONA (HZ. MEHDİ (A.S.)'A) YETİŞENE VE ONUN YARDIMCILARINDAN OLANLARA MÜJDELER OLSUN. Ona (Hz. Mehdi (as)'a) muhalefet edenlere ve emrine karşı gelenlere yazıklar olsun." (Fera idu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam el-Mehdi el-Muhtazar)
Herkes onun (Hz. Mehdi (a.s.)’nin) çevresinde sevdiği çocuklarına içten sevgiyle bağlı bir babanın meclisinde ya da tebaasına merhametli bir kralın huzurunda gibi oturacak, neşe veren ayetleri ve müjdeleri sonsuz mutluluk yurdunda gösterecektir. (Seyyid Murtaza Müçtehidi Sistani, Nashr Almas Yayınları, s.257 )
... Bir hadis-i şerifte, Resulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Küfür her yanı istila edip hükmü cemiyet içinde aşikarane işlenmedikçe, Hz. Mehdi (a.s.) zuhur etmez. Bu vakitte, vaki olan ise, küfrün istilasıdır. Onun kuvvetidir. İslam'ın ve Müslümanların dahi zaafıdır. Bu vakit, Resulullah (sav) Efendimizin, Ehl-i İslam’ın garib düşeceklerini anlattığı devirdir. ONLARA NE MUTLU. AYRICA, RESULULLAH (SAV) EFENDİMİZ ONLARI MÜJDELEMİŞTİR. (İmam-ı Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 2. cilt, 381. Mektup, s. 1184-1186)
Resulullah (sav)'in ümmeti arasından çıkanlar pek kamildirler. Yani Resulullah (sav)'in irtihali (vefatı) üzerinden bin sene geçtikten sonra isterse az olsunlar. Aradan bin sene geçtikten sonra, Hz. Mehdi (a.s.)'ın gelişi de bunun içindir. ONUN (Hz. Mehdi (a.s.)'ın) MÜBAREK KUDÜMÜNÜ (GELİŞİNİ), HATEM'ÜR-RÜSÜL RESULULLAH (SAV) MÜJDELEMİŞTİR. Hz. İsa (as) dahi aradan bin sene geçtikten sonra nüzul edecektir (inecektir). (İmam-ı Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, c.1, s. 440)
HZ. MEHDİ (A.S.)'IN GELİŞİ, İNSANLAR İÇİN HER KONUDA KAYITSIZ ŞARTSIZ KESİN ÇÖZÜMDÜR
HZ. MEHDİ (a.s.) İMDADA GELEN VE FERYADRESDİR (FERYAD EDENİN YADIMINA KOŞAN, YARDIM EDENDİR). ALLAH, O'NU DÜNYADAKİ İNSANLARIN İMDADINA YETİŞMESİ İÇİN GÖNDERECEKTİR... (El-Mehdiyy-il Mev'ud, c. 1, s. 264, 275, 277, 285, 287, 288, 311, 318, c. 2, s. 11)
Dedi ki: Ey Emirülmüminin! Bu Mehdi kimdendir? Buyurdu ki: Beni Haşim’dendir, Arapların yüce dağının zirvesinden. O öyle bir denizdir ki ona giren kaybolur.KENDİSİNE SIĞINANLAR İÇİN AMANDIR..” (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 250)
Abdullah bin Zamre, İbn-i Mâti-i Himyeri (Kâ’b-ul Ahbar)’den nakleder ki şöyle dedi: “… Kıyam edecek (Kâim) olan Mehdi, Ali’nın soyundandır. O BU YERYÜZÜNÜ, YERYÜZÜNDEN BAŞKA BİR HALE GETİRECEKTİR... (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s .168-169)
Ebu Vâil der ki: Emirülmüminin aleyhisselam Hüseyn aleyhisselam’a bakarak şöyle buyurdu: “Benim bu oğlum seyyid (efendidir) ve Resulullah da onu seyyid diye adlandırmıştır. Ve Allah onun neslinden bir adam getirecek ki adı peygamberin adıdır. Hem yüzü hem de ahlakı peygambere benzer. Halkın gaflette olduğu ve hakkın ölüp zulümün ortaya çıktığı zamanda zuhur edecek. Vallahi eğer vaktinden önce zuhur ederse, onu öldürürler. GÖKTE OLAN VE YAŞAYANLAR ONUN ZUHURUYLA FERAHLAYACAKLARDIR. …Yeryüzü zulüm ve cefa ile dolduğu gibi, onu adâletle dolduracaktır.”(Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 251)
Koyunların çobanlarından kaçması gibi insanlar ondan (Hz. Mehdi (a.s.)'dan) kaçacaklardır...
Daha sonra insanlar her yerde bir islahatçı aramaya başlarlar. ANCAK ONDAN (HZ. MEHDİ (A.S.)'DAN) BAŞKA KENDİLERİNE YARDIM EDECEK BİRİNİ BULAMADIKLARINDAN, ONA (HZ. MEHDİ (A.S.)'A) KOŞMAYA BAŞLARLAR... (Bihar ul-Envar, cilt. 52, S. 326)
Hz. Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Halk her yerde (kurtarıcı) aramaya koyulur. ONDAN BAŞKASINI BULAMAYINCA YİNE ONA (HZ. MEHDİ'YE) DOĞRU KOŞARLAR. (Bihar, c. 52, s. 326)
İbni Münavi diyor ki: "DANYAL (A.S.)'İN KİTABINDA ŞÖYLE YAZILIDIR." ... HZ. MEHDİ (A.S.) ÇIKACAK ve ALLAH-U TEALA DAHA ÖNCE FESADA UĞRAYANLARI VE İMAN EHLİNİ ONUNLA (HZ. MEHDİ (A.S.) İLE) KURTARACAKTIR. Sünnetler onunla ihya edilecek... (Bu hadis Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman isimli kitabın Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan el yazılı bir nüshasında mevcuttur.)
HZ. MEHDİ (A.S.), İNSANLARI BÜYÜK BİR BELADAN, HERKESİ İÇEREN VE KÖR BİR FİTNEDEN KURTARACAK. (El-Mehdiyy-il Mev'ud, c. 1, s. 264)
Şeyh Tusi'nin Gaybet'i: "Sonra Hz. Mehdi (a.s.)'nin yükselişi olacak... ALLAH ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN) VASITASIYLA YALANLARI ORTADAN KALDIRACAKTIR. ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)) VASITASIYLA, ŞİDDETİ ORTADAN KALDIRACAKTIR.O (Hz. Mehdi (a.s.)) boyunlarınızdaki esaret ayıbını kaldıracaktır." (Kitab-ül Gaybet, [Bihar-ul Envar, cilt 51], Ansariyan Yayıncılık, Derleyen: Muhammed Bakır el-Meclisi, İran-Kum, 2003, s. 132)
HZ. MEHDİ (A.S.) BÜTÜN GAM VE ZULMETLERİ GİDERECEK GÜNEŞTİR. İhsanda bulunduğu zaman pek bereketli bir yağmurdur. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 188)
Evet DÜNYAYI FİTNE VE DÜŞMANLIK SARDIĞINDA, HER YER ZULÜM, FESAT VE YAĞMAYLA DOLDUĞUNDA, DALALET VE İNHİRAF KALELERİNİ YIKMAK (hakkı bırakıp batıla sapan odakları fikren etkisiz hale getirmek), KARANLIK VE TAŞ KALPLERİ TEVHİD, İNSANİYET VE ADALET NURUYLA AYDINLATMAK İÇİN ALLAH YÜCE ISLAHÇISINI (HZ. MEHDİ (a.s.)’Yİ) GÖNDERECEKTİR. (El-Mehdiyy-il Mev'ud, c. 1, s. 310)
Umm Hani der ki, Ebu Cafer (as)'a sordum "..." Dedi ki:"… (HZ. MEHDİ (A.S.)) KARANLIK BİR GECEDE PARILDAYAN/ALEV ALEV YANAN BİR METEOR GİBİ ORTAYA ÇIKACAKTIR. EĞER BU VAKTİ GÖRECEK OLURSANIZ, KALBİNİZ TESELLİSİNİ BULACAKTIR.” (Kitab-ül Gaybet, [Bihar-ul Envar, cilt 51], Ansariyan Yayıncılık, derleyen: Muhammed Bakır el-Meclisi, İran-Kum, 2003, s. 206)
BU DİN ELÇİLERİ, SELAH (HUZUR, RAHATLIK, DÜZELTME VE İYİLEŞTİRME) VE ADALET ELÇİLERİ ÖYLE BİR SEVİNÇ VE HOŞNUTLUK GETİRECEKLER Kİ, HZ. MEHDİ (A.S.)'IN ASHABININ AYAK BASTIĞI YER BAŞKA YERLERE KARŞI İFTİHAR EDECEK. (İkmal'üd Din. Bihar'ül Envar, c. 52, s. 327)
Haris bin Muğayre-i Nasrı der ki: İmam Caferi Sadık aleyhisselam’a, “İMAM (HZ. MEHDİ (A.S.)) NE İLE TANINIR?” diye arzedince şöyle buyurdu: HEYBET VE VAKAR İLE.BAŞKA NE İLE TANINIR? AYRICA HELAL VE HARAM İLE, HALKIN ONA OLAN İHTİYACI İLE VE ONUN HİÇKİMSEYE MUHTAÇ OLMAMASINDAN TANINIR... (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 283)
"Ey inananların Efendisi (sav), bize senin Mehdin (a.s.) hakkında haber ver." İnananların Efendisi (sav) dedi ki:"... HERKES DEJENERE OLDUĞUNDA, (HZ. MEHDİ (A.S.)) SAFLIK MEKANI OLACAKTIR... BAŞI VAKAR İÇİNDE DİKTİR, ASALETİ EN SEÇKİN KARAKTERDE SEBATLA KÖKLEŞMİŞTİR..." (Kitab-ül Gaybet, [Bihar-ul Envar, c. 51], Ansariyan Yayıncılık, Derleyen: Muhammed Bakır el-Meclisi, İran-Kum, 2003, s. 184)
Amire bint-i Nufeyl der ki: İmam Hüseyn aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu duydum: “SİZLER BİRBİRİNİZDEN BERI (UZAK) OLDUĞUNUZU SÖYLEMEDİKÇE, BİRBİRİNİZİN YÜZÜNE TÜKÜRMEDİKÇE, BİRBİRİNİZİ TEKFİR ETMEDİKÇE VE BİRBİRİNİZE LÂNET OKUMADIKÇA beklediğiniz (Hz. Mehdi’nin zuhuru) vuku bulmayacaktır. Arzettim ki: ÖYLEYSE O ZAMANDA HİÇBİR HAYR YOKTUR. BUYURDU Kİ: “HAYRIN HEPSİ O ZAMANDADIR. KÂİM’İMİZ (HZ. MEHDİ) KIYAM EDECEK (ZUHUR EDECEK) VE BUNLARIN HEPSİNİ ORTADAN KALDIRACAKTIR.” (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 240)
Hz. Ali b. Ebi Talib (a.s) de şöyle buyuruyor: “Kâimimiz (Hz. Mehdi) kıyam edince İNSANLARIN KALBİNDEKİ DÜŞMANLIK VE İHTİLAF SEBEPLERİNİ KÖKTEN KAZIYACAKTIR. BÖYLECE GENEL BİR ASAYİŞ VE EMNİYET MEYDANA GELECEKTİR.” (Bihar-ul Envar, c. 52, s. 336)
Hişam bin Salim der ki: İmam Caferi Sadık aleyhisselam şöyle buyurdu: "Hz. Mehdi (a.s.)'ın zuhuruna kadar halkın her sınıfı halka hüküm sürecek. Öyle ki ARTIK HİÇ KİMSE "EĞER BİZ HÜKÜMET ETSEYDİK ADALETİ UYGULARDIK" DİYEMEYECEK. Daha sonra Kaim aleyhisselam hakk ve adalet ile kıyam edecek." (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 322)
http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/19755
"O, Ebu Bekr ve Ömer’den de mi üstün olacak?" "BAZI PEYGAMBERLERDEN BİLE ÜSTÜN OLACAKTIR!" diye cevab verdi.. (Berzenci, Kıyamet Alametleri, 10. Baskı, sf. 193)
Nefsâni arzular, behimi ihtiraslar, alabildiğine yayılmış, onlar dökülmüş, kurtlar şehirlere inmiş, her tarafı zulüm fırtınası kaplamıştır. Bu gündüzü, öyle bir gece takib etmiştir ki; (HZ. MEHDİ (AS) CEMAATİNİN) ŞEHİDLERİN EN HAYIRLISI, EMİNLERİN EN ÜSTÜNÜDÜR. ONLAR ALLAH’IN HAS KULLARIDIR.Her müşküllerini istişâre ile hallederler. Onlar etrafta olan bitenlerden bilgileri olan birer âriflerdir. Kendisine (Hz. Mehdi (as)'a) gelince; İktidar ve siyaset sahibidir. Muhtaç bulunduğu gücü, Allah’tan alacaktır. Çünkü O, doğrulanmış kuş ve bütün hayvanların dillerini bilen bir halifedir. Onun için adâleti, bütün insanlar ve cinlerce cari olacaktır. (Berzenci Kıyamet Alametleri, 10. baskı, sf. 189)
Sayıları Bedir Ashabı (313) kadardır. EVVELKİLER ONLARI (HZ. MEHDİ (AS) CEMAATİNİ) GEÇMEDİĞİ GİBİ, SONRAKİLER DE ONLARA YETİŞEMEZLER.Onların sayıları Talud ile nehri geçenler kadardır. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-i Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 57)
HZ. MEHDİ (A.S.) CENNETLE MÜJDELENMİŞTİR
İbn-i Abbas'tan; dedi ki: Hz. Resulullah şöyle buyurdu:
"HZ. MEHDİ (A.S.) CENNET EHLİNİN TAVUSUDUR." (El-Fusul’ül-Mühimme, s. 295; İbn-i Şirveyh-i Deylemi, el-Firdevs, Elif ve Lâm babı; Yenabi’ül-Mevedde, s. 181, 435 ve 489; Nur’ül-Ebsar, s. 154)
Enes bin Malik'den; dedi ki: Hz. Resulullah'ın şöyle buyurduğunu duydum: "BİZ ABDULMUTTALİB EVLÂTLARINDAN YEDİ KİŞİ CENNET EHLİNİN EFENDİLERİYİZ: BEN, HAMZA, ALİ, CAFER, HASAN, HÜSEYİN VE MEHDİ."(Sünen-i İbn-i Mace, hadis no: 4077, Yenabi’ül-Mevedde, s.435, Savaik-ül Muhrika, s.309, Zehair-ül Ukba, s.15, Metalib-üs Sual, ikinci bab, el- Burhan fi Alamat-ül Mehdi, ikinci bab ve...)
HZ. MEHDİ (A.S.) PEYGAMBERLER GİBİ ÇOK ÜSTÜN AHLAKLIDIR
Ebu Salih Saibi, El-Fitan adlı eserinde Hazreti Müminlerin Emiri (sav)’den nakletmiştir: “HAZRETİ MEHDİ (AS) GÖRÜNÜM, AHLAK, HUY VE ÜSTÜN FAZİLETİYLE, ALLAH’IN ELÇİSİ (SAV)’NE PEK BENZEYECEKTİR.”
[El-Melahim ve El-Fitan, Bölüm 79]
... Aynen, kartal cinsinden Neşir kuşunun kanatlarıyla titremesi gibi ALLAH'TAN KORKACAKTIR. (El Kavlu-l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 51)
Hz. Mehdi (as) Allah'a karşı son derece boyun eğicidir.AHLAK BAKIMINDAN PEYGAMBER (SAV)'E BENZER. (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s.163)
Ahlakı benim ahlakım olan bir evladım (Hz.Mehdi (as)) çıkacak. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 21)
Peygamberimiz (sav)'in üstün ahlakı Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
Şüphesiz sen üstün ve pek yüce bir ahlak üzerindesin. (Kalem Suresi, 4)
PEYGAMBERİMİZ (SAV) ÜMMETİNE, “HER NE OLURSA OLSUN, HZ. MEHDİ (A.S.)'I BULUP ONA TABİ OLMALARINI” BİLDİRMİŞTİR
Sizden veya sonra gelenlerden birisi ona (Hz. Mehdi (a.s.)'a) yetişirse, KAR ÜZERİNDE SÜRÜNEREK DAHİ OLSA gelsin ona katılsın. Muhakkak ki onlar hidayet sancaklarıdır. (Ramuz El Ehadis, 1. cilt, s. 298, no:2)
Sizden ona kim yetişirse, KAR ÜZERİNDE SÜRÜNEREK DAHİ OLSA ONA GELSİN. ONA KATILSIN. Zira o, Mehdi'dir. (İbn Mace, Fiten, B 34, H 4082; İbn Ebi Şeybe, c. VII, sf. 527; Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 14)
Sonra Hz. Mehdi aleyhisselam’ın sıfatlarını sayarak buyurdu ki: “İÇİNİZDEKİ EN GENİŞ SIĞINAKTIR, İÇİNİZDE İLMİ EN ÇOK OLANDIR, VE DOSTLARINI, SEVDİKLERİNİ EN FAZLA ARAYIP SORANDIR.Allah’ım! Onun zuhurunu, hüzünlerin giderilmesine vesile kıl ve ümmetin dağınıklığını onunla topla! Eğer Allah seni muvaffak kılarsa ONUN BİATINA KOŞ (ONA TABİ OL) VE ONDAN ASLA VAZGEÇME. EĞER MUVAFFAK OLUR DA, ONA ULAŞIR VE HİDAYET OLURSAN ONDAN ASLA VAZGEÇME. ÂH – VE ELİYELE GÖĞSÜNÜ GÖSTEREREK – ONU NE DE ÇOK GÖRMEK İSTERDİM.” (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 252)
Ebi Şeybe ve Naim b. Hammad Fiten isimli eserde, İbni Mace ve Ebu Naim ise İbni Mes’ud’dan tahric ettiler. O dedi ki:
“O (Hz. Mehdi (a.s.)) arza sahip olur ve kendisinden önce baskı ve zulümle dolu olan arzı adaletle doldurur.SİZDEN O’NA KİM YETİŞİRSE, KAR ÜZERİNDE SÜRÜNEREK DAHİ OLSA GELSİN, O’NA KATILSIN. ZİRA O HZ. MEHDİ (A.S.)'DİR.” (Ahir zaman Mehdisinin Alametleri, Celalettin Suyuti, s. 14)
"Ey inananların Efendisi, bize senin Mehdin (a.s.) hakkında haber ver." İnananların Efendisi dedi ki: "... O (MEHDİ (A.S.)) EN İYİ SIĞINAKTIR ARANIZDAKİ, EN İYİ BİLEN VE EN NAZİK OLANDIR. Ey Allah’ım, ona sadakat andını ızdıraptan çıkışın vesilesi yap ve ümmetin dağılmışlığını onun eliyle birleştir. SİZE İZİN VERİLDİĞİNDE BUNU YAPIN VE EĞER ONA (MEHDİ (A.S.)’A) ULAŞACAK BİR YOL BULACAK OLURSANIZ, ONDAN (MEHDİ (A.S)'DAN) BAŞKA YOL TUTMAYIN." (Kitab-ül Gaybet, [Bihar-ul Envar, cilt 51], Ansariyan Yayıncılık, derleyen: Muhammed Bakır el-Meclisi, İran-Kum, 2003, s. 184)
Ebul Carud der ki: İmam Muhammed Bakır aleyhisselam bana şöyle buyurdu: “Ey Ebul Carud! Zaman o kadar geçecek ki şöyle söyleyecekler: “Öldü mü? Helak mı oldu? Veya hangi vadiye gitti?” Ve Mehdi’yi arzu edenler de şöyle söyleyecek: “Ne zaman zuhur edecek? Artık kemikleri çürüdü? İŞTE O ZAMAN ZUHURU BEKLEYİN VE ONUN ZUHUR ETTİĞİNİ DUYARSANIZ, BUZUN ÜZERİNDE SÜRÜNSENİZ DAHİ ONA ULAŞMAYA ÇALIŞIN.” (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s .177)
HZ. MEHDİ (A.S.)'IN GELİŞİ TÜM İNSANLAR İÇİN BİR MÜJDEDİR
"HZ. MEHDİ İLE MÜJDELENİN. O Kureyş'ten ve Ehl-i Beyt'imden bir kişidir. O, insanların ihtilaf ve sosyal sarsıntılar içinde bulundukları bir sırada çıkar. O (Hz. Mehdi (a.s.)) yeryüzünü, kendinden önce zulüm ve baskı ile doldurulduğu gibi, adalet ve insanf ile (merhametle) doldurur. (Hz. Ebu Said el Hudri r.a. / Ramuz El-Ehadis 1. cilt, Sayfa 7, No 7) Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 13)
Bütün bunlar (ahir zaman alametleri) ülkelerin değişmeye uğrayacağı, kulların zayıf duruma düşeceği ve Hz. Mehdi (a.s.)'ın çıkmasından ümit kesileceği bir dönemde gerçekleşecektir. İşte o zaman benim soyumdan olan Kaim (Hz. Mehdi (a.s.)), bir kavimle ortaya çıkacak ve Allah, bu kavim aracılığıyla hakkı üstün getirip onların ilim kılınçları ile batılı söndürecektir... EY İNSANLAR, MEHDİ'NİN ÇIKIŞI İLE MÜJDELENİN.Çünkü AIlah'ın vaadi gerçektir, boşa çıkmaz. O'nun hükmü geri çevrilmez. O, her şeyi hikmet üzere yapar ve her şeyi bilir. Allah'ın fethi yakındır.
(Yenabiu'l-Mevedde, sf. 440)
Ebu'l Hicaf da Peygamber'in (s.a.a) üç defa şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: ''HZ. MEHDİ (A.S.) HUSUSUNDA MÜJDELER OLSUN SİZLERE. Halkın dağıldığı ve zorlukların baş gösterdiği zaman Hz. Mehdi (a.s.) zuhur edecektir. Zulüm ve sitemle dolan yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Kulların kalbine Allah'a kulluğu yerleştirecek ve adaleti herkesi kaplayacaktır.(Peygamberin Ehl-i Beytinden Olan Hz. Mehdi (a.s.), s. 16; Bihar-ül Envar, c. 51, s. 74)
"İnsanlar, şiddetli bir korku üzerinde olmadıkça, Hz. Mehdi (as) ZUHUR etmez. Ondan önce zelzeleler, fitneler, insanların başına gelen belalar ve taun (veba) hastalığı zuhur edecektir… İşte o vakit (Hz. Mehdi (as)) zuhur edecektir. ONA (HZ. MEHDİ (A.S.)'A) YETİŞENE VE ONUN YARDIMCILARINDAN OLANLARA MÜJDELER OLSUN. Ona (Hz. Mehdi (as)'a) muhalefet edenlere ve emrine karşı gelenlere yazıklar olsun." (Fera idu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam el-Mehdi el-Muhtazar)
Herkes onun (Hz. Mehdi (a.s.)’nin) çevresinde sevdiği çocuklarına içten sevgiyle bağlı bir babanın meclisinde ya da tebaasına merhametli bir kralın huzurunda gibi oturacak, neşe veren ayetleri ve müjdeleri sonsuz mutluluk yurdunda gösterecektir. (Seyyid Murtaza Müçtehidi Sistani, Nashr Almas Yayınları, s.257 )
... Bir hadis-i şerifte, Resulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Küfür her yanı istila edip hükmü cemiyet içinde aşikarane işlenmedikçe, Hz. Mehdi (a.s.) zuhur etmez. Bu vakitte, vaki olan ise, küfrün istilasıdır. Onun kuvvetidir. İslam'ın ve Müslümanların dahi zaafıdır. Bu vakit, Resulullah (sav) Efendimizin, Ehl-i İslam’ın garib düşeceklerini anlattığı devirdir. ONLARA NE MUTLU. AYRICA, RESULULLAH (SAV) EFENDİMİZ ONLARI MÜJDELEMİŞTİR. (İmam-ı Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, 2. cilt, 381. Mektup, s. 1184-1186)
Resulullah (sav)'in ümmeti arasından çıkanlar pek kamildirler. Yani Resulullah (sav)'in irtihali (vefatı) üzerinden bin sene geçtikten sonra isterse az olsunlar. Aradan bin sene geçtikten sonra, Hz. Mehdi (a.s.)'ın gelişi de bunun içindir. ONUN (Hz. Mehdi (a.s.)'ın) MÜBAREK KUDÜMÜNÜ (GELİŞİNİ), HATEM'ÜR-RÜSÜL RESULULLAH (SAV) MÜJDELEMİŞTİR. Hz. İsa (as) dahi aradan bin sene geçtikten sonra nüzul edecektir (inecektir). (İmam-ı Rabbani, Mektubat-ı Rabbani, c.1, s. 440)
HZ. MEHDİ (A.S.)'IN GELİŞİ, İNSANLAR İÇİN HER KONUDA KAYITSIZ ŞARTSIZ KESİN ÇÖZÜMDÜR
HZ. MEHDİ (a.s.) İMDADA GELEN VE FERYADRESDİR (FERYAD EDENİN YADIMINA KOŞAN, YARDIM EDENDİR). ALLAH, O'NU DÜNYADAKİ İNSANLARIN İMDADINA YETİŞMESİ İÇİN GÖNDERECEKTİR... (El-Mehdiyy-il Mev'ud, c. 1, s. 264, 275, 277, 285, 287, 288, 311, 318, c. 2, s. 11)
Dedi ki: Ey Emirülmüminin! Bu Mehdi kimdendir? Buyurdu ki: Beni Haşim’dendir, Arapların yüce dağının zirvesinden. O öyle bir denizdir ki ona giren kaybolur.KENDİSİNE SIĞINANLAR İÇİN AMANDIR..” (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 250)
Abdullah bin Zamre, İbn-i Mâti-i Himyeri (Kâ’b-ul Ahbar)’den nakleder ki şöyle dedi: “… Kıyam edecek (Kâim) olan Mehdi, Ali’nın soyundandır. O BU YERYÜZÜNÜ, YERYÜZÜNDEN BAŞKA BİR HALE GETİRECEKTİR... (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s .168-169)
Ebu Vâil der ki: Emirülmüminin aleyhisselam Hüseyn aleyhisselam’a bakarak şöyle buyurdu: “Benim bu oğlum seyyid (efendidir) ve Resulullah da onu seyyid diye adlandırmıştır. Ve Allah onun neslinden bir adam getirecek ki adı peygamberin adıdır. Hem yüzü hem de ahlakı peygambere benzer. Halkın gaflette olduğu ve hakkın ölüp zulümün ortaya çıktığı zamanda zuhur edecek. Vallahi eğer vaktinden önce zuhur ederse, onu öldürürler. GÖKTE OLAN VE YAŞAYANLAR ONUN ZUHURUYLA FERAHLAYACAKLARDIR. …Yeryüzü zulüm ve cefa ile dolduğu gibi, onu adâletle dolduracaktır.”(Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 251)
Koyunların çobanlarından kaçması gibi insanlar ondan (Hz. Mehdi (a.s.)'dan) kaçacaklardır...
Daha sonra insanlar her yerde bir islahatçı aramaya başlarlar. ANCAK ONDAN (HZ. MEHDİ (A.S.)'DAN) BAŞKA KENDİLERİNE YARDIM EDECEK BİRİNİ BULAMADIKLARINDAN, ONA (HZ. MEHDİ (A.S.)'A) KOŞMAYA BAŞLARLAR... (Bihar ul-Envar, cilt. 52, S. 326)
Hz. Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Halk her yerde (kurtarıcı) aramaya koyulur. ONDAN BAŞKASINI BULAMAYINCA YİNE ONA (HZ. MEHDİ'YE) DOĞRU KOŞARLAR. (Bihar, c. 52, s. 326)
İbni Münavi diyor ki: "DANYAL (A.S.)'İN KİTABINDA ŞÖYLE YAZILIDIR." ... HZ. MEHDİ (A.S.) ÇIKACAK ve ALLAH-U TEALA DAHA ÖNCE FESADA UĞRAYANLARI VE İMAN EHLİNİ ONUNLA (HZ. MEHDİ (A.S.) İLE) KURTARACAKTIR. Sünnetler onunla ihya edilecek... (Bu hadis Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman isimli kitabın Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan el yazılı bir nüshasında mevcuttur.)
HZ. MEHDİ (A.S.), İNSANLARI BÜYÜK BİR BELADAN, HERKESİ İÇEREN VE KÖR BİR FİTNEDEN KURTARACAK. (El-Mehdiyy-il Mev'ud, c. 1, s. 264)
Şeyh Tusi'nin Gaybet'i: "Sonra Hz. Mehdi (a.s.)'nin yükselişi olacak... ALLAH ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)’NİN) VASITASIYLA YALANLARI ORTADAN KALDIRACAKTIR. ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)) VASITASIYLA, ŞİDDETİ ORTADAN KALDIRACAKTIR.O (Hz. Mehdi (a.s.)) boyunlarınızdaki esaret ayıbını kaldıracaktır." (Kitab-ül Gaybet, [Bihar-ul Envar, cilt 51], Ansariyan Yayıncılık, Derleyen: Muhammed Bakır el-Meclisi, İran-Kum, 2003, s. 132)
HZ. MEHDİ (A.S.) BÜTÜN GAM VE ZULMETLERİ GİDERECEK GÜNEŞTİR. İhsanda bulunduğu zaman pek bereketli bir yağmurdur. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 188)
Evet DÜNYAYI FİTNE VE DÜŞMANLIK SARDIĞINDA, HER YER ZULÜM, FESAT VE YAĞMAYLA DOLDUĞUNDA, DALALET VE İNHİRAF KALELERİNİ YIKMAK (hakkı bırakıp batıla sapan odakları fikren etkisiz hale getirmek), KARANLIK VE TAŞ KALPLERİ TEVHİD, İNSANİYET VE ADALET NURUYLA AYDINLATMAK İÇİN ALLAH YÜCE ISLAHÇISINI (HZ. MEHDİ (a.s.)’Yİ) GÖNDERECEKTİR. (El-Mehdiyy-il Mev'ud, c. 1, s. 310)
Umm Hani der ki, Ebu Cafer (as)'a sordum "..." Dedi ki:"… (HZ. MEHDİ (A.S.)) KARANLIK BİR GECEDE PARILDAYAN/ALEV ALEV YANAN BİR METEOR GİBİ ORTAYA ÇIKACAKTIR. EĞER BU VAKTİ GÖRECEK OLURSANIZ, KALBİNİZ TESELLİSİNİ BULACAKTIR.” (Kitab-ül Gaybet, [Bihar-ul Envar, cilt 51], Ansariyan Yayıncılık, derleyen: Muhammed Bakır el-Meclisi, İran-Kum, 2003, s. 206)
BU DİN ELÇİLERİ, SELAH (HUZUR, RAHATLIK, DÜZELTME VE İYİLEŞTİRME) VE ADALET ELÇİLERİ ÖYLE BİR SEVİNÇ VE HOŞNUTLUK GETİRECEKLER Kİ, HZ. MEHDİ (A.S.)'IN ASHABININ AYAK BASTIĞI YER BAŞKA YERLERE KARŞI İFTİHAR EDECEK. (İkmal'üd Din. Bihar'ül Envar, c. 52, s. 327)
Haris bin Muğayre-i Nasrı der ki: İmam Caferi Sadık aleyhisselam’a, “İMAM (HZ. MEHDİ (A.S.)) NE İLE TANINIR?” diye arzedince şöyle buyurdu: HEYBET VE VAKAR İLE.BAŞKA NE İLE TANINIR? AYRICA HELAL VE HARAM İLE, HALKIN ONA OLAN İHTİYACI İLE VE ONUN HİÇKİMSEYE MUHTAÇ OLMAMASINDAN TANINIR... (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 283)
"Ey inananların Efendisi (sav), bize senin Mehdin (a.s.) hakkında haber ver." İnananların Efendisi (sav) dedi ki:"... HERKES DEJENERE OLDUĞUNDA, (HZ. MEHDİ (A.S.)) SAFLIK MEKANI OLACAKTIR... BAŞI VAKAR İÇİNDE DİKTİR, ASALETİ EN SEÇKİN KARAKTERDE SEBATLA KÖKLEŞMİŞTİR..." (Kitab-ül Gaybet, [Bihar-ul Envar, c. 51], Ansariyan Yayıncılık, Derleyen: Muhammed Bakır el-Meclisi, İran-Kum, 2003, s. 184)
Amire bint-i Nufeyl der ki: İmam Hüseyn aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu duydum: “SİZLER BİRBİRİNİZDEN BERI (UZAK) OLDUĞUNUZU SÖYLEMEDİKÇE, BİRBİRİNİZİN YÜZÜNE TÜKÜRMEDİKÇE, BİRBİRİNİZİ TEKFİR ETMEDİKÇE VE BİRBİRİNİZE LÂNET OKUMADIKÇA beklediğiniz (Hz. Mehdi’nin zuhuru) vuku bulmayacaktır. Arzettim ki: ÖYLEYSE O ZAMANDA HİÇBİR HAYR YOKTUR. BUYURDU Kİ: “HAYRIN HEPSİ O ZAMANDADIR. KÂİM’İMİZ (HZ. MEHDİ) KIYAM EDECEK (ZUHUR EDECEK) VE BUNLARIN HEPSİNİ ORTADAN KALDIRACAKTIR.” (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 240)
Hz. Ali b. Ebi Talib (a.s) de şöyle buyuruyor: “Kâimimiz (Hz. Mehdi) kıyam edince İNSANLARIN KALBİNDEKİ DÜŞMANLIK VE İHTİLAF SEBEPLERİNİ KÖKTEN KAZIYACAKTIR. BÖYLECE GENEL BİR ASAYİŞ VE EMNİYET MEYDANA GELECEKTİR.” (Bihar-ul Envar, c. 52, s. 336)
Hişam bin Salim der ki: İmam Caferi Sadık aleyhisselam şöyle buyurdu: "Hz. Mehdi (a.s.)'ın zuhuruna kadar halkın her sınıfı halka hüküm sürecek. Öyle ki ARTIK HİÇ KİMSE "EĞER BİZ HÜKÜMET ETSEYDİK ADALETİ UYGULARDIK" DİYEMEYECEK. Daha sonra Kaim aleyhisselam hakk ve adalet ile kıyam edecek." (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 322)
http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/19755
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi (a.s.)'nin Çıkış Zamanıyla İlgili Sözleri
... İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE 1400 SENE SONRA GELECEK BİR HAKİKATİ ASIRLARINDA KARİB (YAKIN) ZANNETMİŞLER.... (Sözler, s. 318)
ÜSTAD’IN BU İFADESİ “SÖZLER” RİSALESİNDE GEÇMEKTEDİR. SÖZLER RİSALESİ 1926 (HİCRİ 1345) YILINDA TAMAMLANMIŞTIR. YANİ HİCRİ 1300 İÇİNDE HEM ÜSTADIN TÜM ESERLERİ HİCRİ 1300 DE TAMAMLANDIĞI GİBİ KENDİSİ DE YİNE HİCRİ 1300 İÇİNDE VEFAT ETMİŞTİR. OYSA ÜSTAD BU SÖZÜNDE HZ. MEHDİ (A.S.)’IN, HİCRİ 1400 DE ZUHUR EDECEĞİNİ İFADE ETMEKTEDİR.
Sekizinci Asıl: Cenab-ı Hakîm-i Mutlak, şu tecrübe ve imtihan meydanı çok mühim şeyleri, çok fazla eşyayı içinde saklıyor. O saklamakla çok hikmetler, çok işler bağlıdır. Meselâ: (Kadir gecesi, umum ramazanda; duanın kabul edildiği saati, Cum'a gününde; makbul velisini, insanlar içinde; eceli, ömür içinde ve kıyametin vaktini, dünya hayatı içinde saklamış. Zira insanın eceli belli olsa, yarı ömrüne kadar kesin bir gaflet, yarıdan sonra darağacına adım adım gitmek gibi bir dehşet verecek. Halbuki âhiret ve dünya dengesini muhafaza etmek ve her vakit korku ve ümit ortasında bulunmak durumu gerekir ki; her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun. Şu halde belirsiz tarzdaki yirmi sene belirsiz bir ömür, bin sene bir ömre tercih edilir. İşte kıyamet dahi şu insan-ı ekber olan dünyanın ecelidir. Eğer vakti aşikar olsaydı, bütün ilkçağ ve orta çağ kesin bir gaflete dalacak idiler ve yeniçağ ve ilkçağ dehşette kalacaktı. İnsan nasıl kişisel yaşam hanesinin ve köyünün bekasıyla alâkadardır. Öyle de; hayatı ve nev'iyesiyle, dünyanın ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır. Kur'an “Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı. (Kamer Sûresi: 1.)” der. "Kıyamet yakındır" ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına halel vermez. Zira kıyamet, dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya ikibin sene, bir seneye nisbetle bir-iki gün veya bir-iki dakika gibidir. Kıyamet saati yalnız insanlığın eceli değil ki, onun ömrüne kıyaslanıp uzak görülsün. İşte bunun içindir ki, Mutlak Hakim, Beş bilinmeyen şey( Kıyâmetin ne zaman kopacağı, yağmurun ne zaman yağacağı, rahîmlerde olanı, kişinin yarın ne kazanacağı ve kişinin nerede, ne zaman öleceği.) olarak ilminde saklıyor. İşte bu kapalı bırakma sırrındandır ki, her asır, hattâ gerçeği göre asır olan Asr-ı Saadet dahi daima kıyametten korkmuşlar. Hattâ bazıları, " alametleri hemen hemen çıkmış" demişler.
İşte bu hakikatı bilmeyen insafsız insanlar derler ki: "Âhiretin açıklamasını ders alan basiretli, kalbli, keskin nazarlı olan sahabeler, niçin 1000 sene hakikattan uzak olarak, İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE 1400 SENE SONRA GELECEK BİR HAKİKATİ ASIRLARINDA YAKIN ZANNETMİŞLER.
Elcevab: Çünki Sahabeler, Peygamber Efendimizin sohbetinin bereketi ile herkesten çok ahiret yurdunu düşünerek, dünyanın geçiciliğini bilerek, kıyametin belirsiz vaktindeki ilahi hikmeti anlayarak ecel-i şahsî gibi dünyanın eceline karşı dahi daima bekleyen bir vaziyet alarak, âhiretlerine ciddî çalışmışlar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın "Kıyameti bekleyiniz, intizar ediniz" ifadesini tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir uyarı olmuştur. Yoksa belirli bir vukuuya dair bir vahyin hükmüyle değildir ki, hakikattan uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet ayrıdır. İşte Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bu nevi sözleri anlaşılmayacak şekilde kapalı konuşma hikmetinden ileri geliyor. Hem şu sırdandır ki; Mehdi, Süfyan gibi âhirzamanda gelecekşahısları çok zaman evvel hattâ Hz. Muhammed'in (a.s.m.) ashabıyla görüşmüş, onlardan hadis dinlemiş ve ders almış olan Müslümanların zamanında bile beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velayet "Onlar geçmiş" demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlahiyeye muhtaç olur ki; vakitleri belli olmasın. Çünkü her zaman, her asır, manevi kuvvetin takviyesine vesile olacak ve ümitsizlikten kurtaracak "Mehdi" manasına muhtaçtır. Bu manada, her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve lakaytlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müthiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer tayin edilseydi, herkesi doğru yola sevk etmenin gereği ziyan olurdu.
Şimdi Mehdi gibi şahısların hakkındaki rivayetlerin ihtilafatı ve sırrı şudur ki: Ehadîsi tefsir edenler, hadisin tam metnini tefsirlerine ve istinbatlarına (Müçtehid veya büyük bir âlimin gizli bir manayı içtihad ile meydana çıkarması) tatbik etmişler. MESELÂ: SALTANAT MERKEZİ O VAKİT ŞAM'DA VEYA MEDİNE'DE OLDUĞUNDAN, HZ. MEHDİ (A.S.) VE SÜFYANIN HADİSELERİNİ SALTANAT MERKEZİ CİVARINDA OLAN BASRA, KÛFE, ŞAM GİBİ YERLERDE TASAVVUR EDEREK ÖYLE TEFSİR ETMİŞLER. HEM DE O ŞAHISLARIN ŞAHS-I MANEVÎSİNE VEYA TEMSİL ETTİKLERİ CEMAATE AİT BÜYÜK ESERLERİ O ŞAHISLARIN ZÂTLARINDA TASAVVUR EDEREK ÖYLE TEFSİR ETMİŞLER Kİ, O HARİKA ŞAHISLAR ÇIKTIKLARI VAKİT BÜTÜN HALK ONLARI TANIYACAK GİBİ BİR ŞEKİL VERMİŞLER. HALBUKİ DEMİŞTİK: BU DÜNYA TECRÜBE MEYDANIDIR. AKLA KAPI AÇILIR, FAKAT İHTİYARI ELİNDEN ALINMAZ. ÖYLE İSE O (ŞAHISLAR, HATTÂ O MÜTHİŞ DECCAL DAHİ ÇIKTIĞI ZAMAN ÇOKLARI, HATTÂ KENDİSİ DE BAŞLANGIÇTA DECCAL OLDUĞUNU BİLMEZ. BELKİ NUR-U İMANIN DİKKATİYLE, O AHİR ZAMAN ŞAHISLARI TANINABİLİR. (Sözler, s. 318)
2.
ÜSTAD BU SÖZÜ “ MİLADİ 1936 YANİ HİCRİ 1355’DE 1. ŞUA’DA İFADE ETMİŞTİR. BU TARİHE GÖRE BİR ASIR SONRASI HİCRİ 1400’LERE DENK GELMEKTEDİR.
... Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa BUNDAN BİR ASIR SONRA ZULÜMATI DAĞITACAK ZATLAR İSE, HAZRET-İ MEHDİ'NİN TALEBELERİ OLABİLİR.” Her ne ise... Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. İbrahim Suresi, 1)
(Şualar, 1. Şua, s. 605), (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 90)
- “Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.” (Tevbe Suresi, 32) ayetindeki, "...Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor" cümlesinin ebced değeri: HİCRİ 1424 YANİ MİLADİ “2004” tür.
3.
"HAKİKİ BEKLENİLEN VE BİR ASIR SONRA GELECEK O ZAT" ...(Kastamonu Lahikası, s. 61-62)
ÜSTAD BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ BU İFADESİNİ, 1936 (HİCRİ 1354) YILINDA YAZDIĞI KASTAMONU LAHİKASI'NDA BELİRTİYOR. BU TARİHLER HİCRİ 1300’LERE DENK GELMEKTEDİR. ÜSTAD’IN “BİR ASIR SONRA...” ŞEKLİNDE İFADE ETTİĞİ 100 YIL SONRASI İSE HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ZUHUR ETTİĞİ HİCRİ 1400’E DENK GELMEKTEDİR.
...SİZİN FEVKALÂDE SADÂKAT VE YÜKSEK GAYRETİNİZDEN ÇIKAN BİR HAFTA EVVELKİ MEKTUBUNUZA KARŞI HÜSN-Ü ZANNINIZI BİR DERECE ÇÜRÜTEN BENİM CEVABIMIN HİKMETİ ŞUDUR Kİ: “…BU ZAMANDA ÖYLE FEVKALÂDE HÂKİM CEREYANLAR VAR Kİ, HERŞEYİ KENDİ HESABINA ALDIĞI İÇİN, FARAZA HAKİKİ BEKLENİLEN VE BİR ASIR SONRA GELECEK O ZATdahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.
HEM ÜÇ MES'ELE VAR: BİRİ HAYAT, BİRİ ŞERİAT, BİRİ İMANDIR. HAKİKAT NOKTASINDA EN MÜHİMMİ VE EN A'ZAMI, İMAN MES'ELESİDİR. Fakat şimdiki umumun gözünde ve dünya şartlarının zorluklarında en mühim mes'ele, hayat ve şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç mes'elenin birden dünyada vaziyetlerini değiştirmek insanoğlu için geçerli olan âdetullaha uygun gelmediğinden, her halde en büyük mes'eleyi esas yapıp, öteki mes'eleleri esas yapmayacak. TÂ Kİ İMAN HİZMETİ HALİSHANELİĞİNİ HALKIN GÖZÜNDE BOZMASIN VE HALKIN ÇABUK İĞFAL OLUNABİLEN AKILLARINDA, O HİZMET BAŞKA MAKSADLARA ÂLET OLMADIĞI TAHAKKUK ETSİN.” (KASTAMONU LAHİKASI, S. 61-62)
4.
YETMİŞ BİRDE FECR-İ SADIK BAŞLADI VEYA BAŞLAYACAK. EĞER BU, FECR-İ KAZİB DE OLSA, OTUZ-KIRK SENE SONRA FECR-İ SADIK ÇIKACAK...” (Hutbe-i Şamiye, s. 23)
“...Evet ŞİMDİ OLMASA DA 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet ve medeniyetin mehasini o üç kuvveti tam teçhiz edip, cihazatını verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek.” (Hutbe-i Şamiye, s. 25)
ÜSTAD BU SÖZÜNÜ HİCRİ 1327 (MİLADİ 1911) YILINDA ŞAM’DA EMEVİ CAMİİ’NDE VERDİĞİ HUTBESİNDE SÖYLEMİŞTİR. BURADA ÜSTAD, İSLAM ALEMİNİN, HİCRİ 1371'DEN YANİ MİLADİ 1951’DEN SONRAKİ GELECEĞİNE YÖNELİK İZAHLAR YAPMIŞTIR. ÜSTAD’IN HUTBE-İ ŞAMİYE’DE VERDİĞİ TARİHLERİN HEPSİ HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ZUHUR ZAMANI OLAN HİCRİ 1400 İÇİNDEDİR.
....“...Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, parlaklığının sönmesine ve insanlığı aydınlatmasına mani olan perdeler açılmaya başlamışlar. O mani olanlar çekilmeye başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o tan vaktinin alametleri göründü. YETMİŞ BİRDE FECR-İ SADIK BAŞLADI VEYA BAŞLAYACAK. EĞER BU, FECR-İ KAZİB DE OLSA, OTUZ-KIRK SENE SONRA FECR-İ SADIK ÇIKACAK...” (Hutbe-i Şamiye, s. 23)
“...Evet ŞİMDİ OLMASA DA 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet ve medeniyetin güzelliklerini, o üç kuvveti tam teçhiz edip, maddi manevi aletlerini verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için doğruyu arama eğilimini ve insaf ve insan sevgisini o dokuz düşman tayfasının cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA ONLARI DARMADAĞIN EDECEK.” (Hutbe-i Şamiye, s. 25)
Üstad burada, Hicri 1371'den yani Miladi 1951’den sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapıyor
Hicri 1371 + 30 = 1401 (Miladi 1981) (30 yıl sonrası)
Hicri 1371 + 40 = 1411 (Miladi 1991) (40 yıl sonrası)
Hicri 1371 + 50 = 1421 (Miladi 2001) (yarım asır sonrası)
5.
TÂ AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE, ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDÎ VE TALEBELERİ CENAB-I HAKKIN İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETTİRİR ...(Kastamonu Lahikası, Sayfa 72, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 258, Hizmet Rehberi, Sayfa 267, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 153)
ÜSTAD, KASTAMONU LAHİKASI’NI 1936 YILINDA HAZIRLAMIŞTIR. BU ESERİNDE “TA AHİR ZAMANDA....” İFADESİYLE RİSALE-İ NUR’UN ASIL SAHİPLERİ OLARAK NİTELENDİRDİĞİ HZ. MEHDİ (A.S.) VE TALEBELERİNİN KENDİSİNDEN ÇOK DAHA SONRAKİ BİR VAKİTTE GELECEKLERİNİ İFADE ETMİŞTİR.
Âhir fıkrasında, Muhbir-i Sâdıkın haber verdiği "galibiyetler kazanmak ve zulümatı dağıtma zamanın hemen hemen gelmesi ve zeminin oluşması" diye fıkrasına, bütün ruhu canımızla rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risale-i Nur talebeleri ise, vazifemiz hizmettir; vazife-i İlahiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber, miktara değil, keyfiyete bakmak, hem çoktan beri ahlak kaybına ve dünya hayatını her cihetle ahirete tercih ettirmeye sevk eden dehşetli sebepler altında Risale-i Nur’un şimdiye kadar galibiyeti ve kafirlerin ve dalâlettekilerin saldırılarını kırması ve yüz binler biçarelerin imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakikî mümin talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdık’ın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuatla ispat etmiş ve ediyor, inşaAllah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki, inşaAllah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sinesinden onu (risale-i nuru) çıkaramaz. TÂ AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE, ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDÎ VE TALEBELERİ CENAB-I HAKKIN İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETTİRİR VE O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR. BİZLER DE KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ.Kastamonu Lahikası, Sayfa 72, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 258, Hizmet Rehberi, Sayfa 267, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 153)
6.
FAKAT O İLERİDE GELECEK ACİP (Şaşılan ve hayret uyandıran şey; benzeri görülmeyen; garip) ŞAHSIN BİR HİZMETKÂRI VE ONA YER HAZIR EDECEK BİR DÜMDÂRI (Ordunun geriden gelen emniyet kuvveti) VE O BÜYÜK KUMANDANIN PÎŞDÂR (öncü) BİR NEFERİ (askeri) OLDUĞUMU ZANNEDİYORUM. Ve ondadır ki, sen de yazılan şeylerden o acip kokusunu aldın.(Barla Lahikası, sf. 162)
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “BARLA LAHİKASI”NI 1926 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. BU ESERİNDE ÜSTAD, HZ. MEHDİ (A.S.)’IN İLERİDE GELECEĞİNİ AÇIK BİR ŞEKİLDE İFADE ETMİŞTİR. KENDİSİNİN HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ÖNCÜSÜ VE ONA ZEMİN HAZIRLAYAN BİR HİZMETKARI OLDUĞUNU İFADE ETMİŞTİR.
Senin şu âciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardeşin, bin derece haddimin üstünde olarak, KENDİMİ O GELECEK ADAM olduğumu iddia edemem, hiçbir cihette ehliyetim yoktur. FAKAT O İLERİDE GELECEK HAYRET UYANDIRAN ŞAHSIN BİR HİZMETKÂRI VE ONA YER HAZIR EDECEK BİR EMNİYET KUVVETİ VE O BÜYÜK KUMANDANIN ÖNCÜ BİR ASKERİ OLDUĞUMU ZANNEDİYORUM. Ve ondadır ki, sen de yazılan şeylerden o acip kokusunu aldın. (Barla Lahikası, sf. 162)
7.
... AHİR ZAMANDA GELECEK EN BÜYÜK MÜCEDDİDİ İŞARİ ANLAMDA HABER VERİYORLAR. Fakat O GELECEK ZATIN ve cemiyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi... (Tılsımlar Mecmuası, sf. 168)
TILSIMLAR MECMUASI, RİSALE-İ NUR’UN ÇEŞİTLİ KISIMLARINDAN DERLENMİŞ BİR KİTAPTIR. TILSIMLAR MECMUASI’NDA YER ALAN BU SÖZÜNDE ÜSTAD “O GELECEK ZAT…” İFADESİYLE KENDİ ZAMANINDA HENÜZ MEHDİ (A.S.)’IN YAŞAMADIĞINI AHİR ZAMANDA GELECEĞİNİ BELİRTMİŞTİR. AYRICA AHİR ZAMANA KADAR, GELEN HİÇBİR MÜCEDDİDİN TOPLU OLARAK YAPMADIĞI 3 VAZİFENİN MEHDİ (A.S.) TARAFINDAN YAPILACAĞINI DA İFADE ETMİŞTİR.
...Bazı ayet-i kerime ve hadis-i şerife AHİR ZAMANDA GELECEK en büyük müceddidi işari anlamda haber veriyorlar. Fakat O GELECEK ZATIN ve cemiyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi olan ve zahiren en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve iman hakikatlerini güneş gibi göstermek vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin şahs-ı manevisi tam yaptıklarından; O GELECEK ZATA DAİR HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-I NUR'UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE ÇALIŞMIŞLAR VE ŞERİATI DİRİLTME VE HİLAFETİ TATBİK OLAN ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU İKİ MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR. Onların kanaatleri, onların Risale-i Nur'dan istifade cihetinde faidelidir, zararsızdır; fakat Nur'un mesleğindeki ihlasa ve hiçbir şeye alet olmamasına ve dünyevi ve manevi makamatı aramamasına zarar verdiği gibi, Nurların muhafızları her taifenin hususan siyasi taifenin tenkidine ve hücumuna vesile olabilir... (Tılsımlar Mecmuası, sf. 168)
8.
BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR Kİ; SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSALE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 11, Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 310
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ”Yİ 1928 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD BU ESERİNDE HZ. MEHDİ (A.S.)’DAN BAHSEDERKEN KENDİSİNDEN “SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT...”’IN YANİ HZ. MEHDİ (A.S.)’IN; ÜSTAD’IN HAZIRLAMIŞ OLDUĞU VE ASIL SAHİBİNİN HZ. MEHDİ (A.S.) OLDUĞUNU İFADE ETTİĞİ RİSALE-İ NUR’LARI NEŞR VE TATBİK EDECEĞİNİ İFADE ETMİŞTİR.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: ... On seneden beri kanaatlerini tâdile (düzeltmeye) çalıştığım halde, o cesur kardeşler kanaatlerinde ileri gidiyorlar. Evet, onlar, On Sekizinci Mektuptaki iki ehl-i kalb çobanın macerası gibi, hak bir hakikati görmüşler; fakat tabire muhtaçtır. O hakikat de şudur:
ÜMMETİN BEKLEDİĞİ, AHİR ZAMANDA GELECEK ZATIN ÜÇ VAZİFESİNDEN EN MÜHİMMİ VE EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI OLAN SARSILMAZ BİR ÎMÂNI YAYMAK VE EHL-İ İMANI DALALETTEN KURTARMAK YÖNÜYLE, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen tümüyle Risâle-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı mânevîyi bir hizmetkarına vermişler, o hizmetkara iltifatlılıkla bakmışlar. BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR Kİ, SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSÂLE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞİR VE TATBİK EDECEK’.
O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektedir. Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddî bir kuvvet ve hakimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.
O zatın üçüncü vazifesi, İslam halifeliği İslam birliğine bina ederek, Dindar hıristiyanlarla ittifak edip İslam dinine hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır. Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve tevile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşe verir ve vermiş; hücumlarına vesile olur.ÇÜNKÜ BİRİNCİ VAZİFENİN HAKİKATİNİ VE KIYMETİNİ GÖREMİYORLAR; ÖTEKİ CİHETLERE HAMLEDERLER.
Kardeşlerimin ikinci iltibası (yanlışlık):
Fâni ve çürütülebilir bir şahsiyeti, bazı yönleriyle birinci vazifede öncülük eden Nur talebelerinin şahs-ı mânevîsini temsil eden o âciz kardeşine veriyorlar. Halbuki bu iki yanlışlık da Risale-i Nur'un hakikî ihlâsına ve hiçbir şeye, hattâ mânevî ve uhrevî makamlara dahi âlet olmamasına bir cihette zarar verdiği gibi, ehl-i siyaseti de heyecana düşürüp Risale-i Nur'un neşrine zarar gelir. Bu zaman, şahs-ı mânevî zamanı olduğu için, böyle büyük ve kalıcı hakikatler, fâni ve âciz ve sukut kaybolabilir şahsiyetlere bina edilmez.
Elhasıl: O GELECEK ZATIN İSMİNİ VERMEK, üç vazifesi birden hatıra geliyor; yanlış olur. Hem hiçbir şeye âlet olmayan nurdaki ihlâs zedelenir, müminlerin nazarında hakikatlerin kuvveti bir derece noksanlaşır. Kesin deliller dahi, kabule mazhar olmuş hüküm ve iddiaları zann-ı galip haline getirir; daha inatçı dalâlete ve hakkı kabul etmekte direnen dinsizlere tam anlamıyla üstün gelmesi, hayrete düşen, ehl-i imanda görünmemeye başlar. Ehl-i siyaset evhama ve bir kısım hocalar itiraza başlar. Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip görülmüyor. Belki "Müceddiddir, onun pişdarıdır (öncüsüdür)" denilebilir. Umum kardeşlerimize binler selâm. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9-11)
Ümmetin beklediği, ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en değerlisi olan Tahkiki iman, yayma ve ehl-i îmanı batıla yönelmekten kurtarmak yönleriyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen tümüyle Risale-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı a’zam ve Osman-ı Halidî gibi zatlar bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı manevîyi bir hizmetçisine vermişler, o hizmetçiye iltifat ederek bakmışlar. BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR Kİ; SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSALE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK. Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 310
9.
FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR. ÖYLE KUDSÎ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LÂZIM GELİR. VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANÎ ZATLARA ZEMİN HAZIRLIYORUZ ...(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189) (Barla Lahikası, 28. Mektuptan 7. Risale Olan 7. Mesele)
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “BARLA LAHİKASI”NI 1926 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD RİSALELERİNDE YAŞADIĞI DÖNEMİN KIŞ OLDUĞUNU İFADE EDEN İZAHLAR YAPARKEN HZ. MEHDİ (A.S.)’DAN BAHSETTİĞİ BU BÖLÜMDE MEHDİ VE TALEBELERİNE HİTABEN ONLARIN BAHARDA GELECEKLERİNİ İFADE ETMİŞ, YAPTIĞI BU ÇALIŞMALARLA KENDİSİNDEN SONRA GELECEK OLAN O MÜBAREK İNSANLARA ORTAM HAZIRLADIĞINI BELİRTMİŞTİR.
Beşinci Sebep: Çok zaman evvel bir evliyadan olan kimselerden işittim ki: O zat, eski velîlerin gaybî işaretlerinden bazı çıkarımlarda bulunmuş ve kanaati gelmiş ki, "Doğu tarafından bir nur zuhur edecek, bid'aların zulümâtını dağıtacak." Ben böyle bir nurun zuhurunu çok ümit ederek bekledim ve ediyorum.FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR. ÖYLE KUDSÎ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LÂZIM GELİR. VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANÎ ZATLARA ZEMİN HAZIRLIYORUZ. Madem kendimize ait değil; elbette, Sözler namındaki nurlara ait olan İlahi yardımları beyan etmekte övünmek ve gurur olamaz; belki şükür sebebi ve şükür ve Cenâb-ı Hakk`a karşı şükrünü edâ etmek ve teşekkür etmek maksadıyla kavuştuğu nîmeti başkalarına anlatmak olur. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189) (Barla Lahikası, 28. Mektuptan 7. Risale Olan 7. Mesele)
10.
AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA, ELBETTE EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD, HEM EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD, HEM HAKİM, HEK MEHDİ, HEM MÜRŞİD, HEM KUTB-U AZAM OLARAK BİR ZAT-İ NURANİYİ GÖNDERECEK VE O ZAT DA, EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN OLACAKTIR...(Mektubat, 411-412)
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “MEKTUBAT’I 1929 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD’IN DÖNEMİNDE AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI OLAN DARWINİZM, MATERYALİZM VE ATEİZM’İN TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİSİ BUGÜNKÜ GİBİ ŞİDDETLİ DEĞİLDİ. OYSA HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ZUHUR YÜZYILI OLAN HİCRİ 1400, BU DİNSİZ AKIMLARIN ÇOK HIZLI İVME KAZANDIĞI, İNSANLAR VE TOPLUMLAR ÜZERİNDE ETKİLERİNİ EN ŞİDDETLİ HALE GETİRDİKLERİ BİR YÜZYIL OLMUŞTUR. DÖNEMLERİNDE YAPTIKLARI HİZMETLER İTİBARİYLE, ÜSTAD’IN ŞAHSI DA, ONDAN ÖNCE GELEN MÜCTEHİDLER DE; TAMAMI HZ. MEHDİ (A.S.)’DA TOPLANACAK OLAN EN BÜYÜK MÜCEDDİD, EN BÜYÜK MÜRŞİT VE MÜÇTEHİD, HAKİM, MEHDİ VE KUTB-U AZAM SIFATLARINA BİR ARADA SAHİP OLMAMIŞLARDIR.
Elcevap: Cenab-ı Hakk; en yüksek rahmetinden, İslami hükümlerin eğitimine korunmasına bir alamet olarak, her bir fesat zamanında bir ıslah edici veya bir müceddit veya şanlı bir halife veya en büyük bir kutb veya kusursuz bir kılavuz veyahut bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zatları göndermiş; fesadı giderip, milleti ıslah etmiş; Din-i Ahmediye (A.S.M) muhafaza etmiş. Madem adeti öyle cereyan ediyor, AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA, ELBETTE EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD, HEM EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD, HEM HAKİM, HEM MEHDİ, HEM MÜRŞİD, HEM KUTB-U AZAM OLARAK BİR NURLU KİŞİYİ GÖNDERECEK VE O ZAT DA, PEYGAMBERİMİZ (SAAS)’İN SOYUNDAN OLACAKTIR.Cenab-ı Hakk, bir dakika zarfında gök ve yerin arasını bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin örneğini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadir-i Zülcelal; Mehdi ile de, İslam aleminin karanlıklarını dağıtabilir. Ve va'detmiştir, va'dini elbette yapacaktır. Kudret-i İlahiye noktasında bakılsa, gayet kolaydır. Eğer sebepler dairesi ve Allah’ın hikmeti noktasında düşünülse, yine o kadar makul ve oluşa layıktır ki; 'Eğer muhbir-i Sadık'tan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lazım gelir. Ve olacaktır' diye tefekkürde bulunanlar hükmeder. ..... Hz. İbrahim (as)’ın soyu gibi öyle bir vaziyet almış ki, umum mübarek silsilelerin başında, açıklık alanlar ve kuytu toplanma yerlerinde o nuranî zatlar kumandanlık ediyorlar. Ve öyle kadar kalabalıktırlar ki, o kumandanların tümü, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanütle bir tümen vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini mübarek topluluk hükmünde dayanışma düzeni ve uyanış içinde tutsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz. İşte, o pek kalabalık o güç yetiren ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır ve Hazret-i Mehdînin en has ordusudur.
Evet, bugün dünya tarihinde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve anane ile birbirine birbirine bitişik ve en yüksek şeref ve Âli hasep ve asil (soyla) mümtaz (ayrıcalıklı) hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin (olgun ve değerli kişiler) namdar (namlı) reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemiyeten (sayıca) milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih (akıllı, sorumluluk sahibi) ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî (Peygamber sevgisi) ile dolu ve cihandeğer (dünyanın en kıymetlisi) şeref-i intisabıyla (mensup olmasıyla) serfirazdırlar (seçkindirler). BÖYLE BÜYÜK BİR CEMAAT İÇİNDEKİ MUKADDES KUVVETİ COŞTURACAK VE UYANDIRACAK BÜYÜK VE ÖNEMLİ OLAYLAR MEYDANA GELİYOR. ELBETTE O BÜYÜK KUVVETTEKİ HAYSİYET VE MUKADDESATI KORUMA DUYGUSU GALEYANA GELECEK VE HAZRET-İ MEHDÎ BAŞINA GEÇİP DOĞRU YOLA VE GERÇEĞE YÖNLENDİRECEK. BÖYLE OLMAK VE BÖYLE OLMASINI, BU KIŞTAN SONRA BAHARIN GELMESİ GİBİ, ÂDETULLAHTAN VE ALLAH’IN RAHMETİNDEN BEKLERİZ.
11.
MEHDÎ’NİN ÜÇ VAZİFESİ
(Emirdağ Lahikası-I, ss. 231-233.)
ÜSTAD BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİ EMİRDAĞ LAHİKASI’NI 1949 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. BU ESERİNDE ÜSTAD HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ÖZELLİKLE DARWINİZM, MATERYALİZM VE ATEİZM FELSEFELERİNİ TAM SUSTURARAK İNSANLARIN İMANINI KURTARMAYA VESİLE OLACAK ŞEKİLDE ÇOK ETKİLİ ÇALIŞMALAR YAPACAĞINI İFADE ETMİŞTİR. ÜSTAD, KENDİSİNİN YAŞADIĞI DÖNEM DAHİL OLMAK ÜZERE HER DÖNEMDE BİR NEVİ MEHDİ VASFINA SAHİP İNSANLAR GELDİĞİNİ ANCAK HİÇBİRİNİN BU ÜÇ VAZİFEYİ BİR ARADA YAPMA KUDRETİNE SAHİP OLAMADIKLARINI İFADE ETMİŞTİR.
Mehdî’nin üç vazifesi
Nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi (talebesi), çokların namına (başkaları adına) benden sordu ki: "Nurun halis ve ehemmiyetli bir kısım şakirdleri, pek musırrane (ısrarla) olarak ahir zamanda gelen al-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin halde onlar ısrar ediyorlar.
Sen de bu kadar musırrane (ısrarla) onların fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onların elinde bir hakikat ve kat’î (kesin) bir hüccet (delil) var ve sen de bir hikmet ve hakikata binaen onlara muvafakat (müsaade) etmiyorsun. Bu ise bir tezattır, her halde hallini istiyoruz."
Ben de bu zatın temsil ettiği çok mesaillere (meselelere) cevaben derim ki: O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihette bir tabir ve te’vil lazım.
Birincisi: ÇOK DEFA MEKTUPLARIMDA İŞARET ETTİĞİM GİBİ, MEHDÎ AL-İ RESÛLÜN TEMSİL ETTİĞİ MUKADDES CEMAATİNİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİN ÜC VAZİFESİ VAR. EĞER ÇABUK KIYAMET KOPMAZSA VE BEŞER BÜTÜN BÜTÜN YOLDAN ÇIKMAZSA, O VAZİFELERİ ONUN CEMİYETİ VE SEYYİDLER CEMAATİ YAPACAĞINI RAHMET-İ İLAHİYEDEN BEKLİYORUZ. VE ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK:
Birincisi : Fen ve felsefenin tesiriyle ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu beşer içine yayılmasıyla, her şeyden evvel felsefeyi ve materyalizm, darwinizm ve ateizm salgını, fikrini tam susturacak bir tarzda îmanı kurtarmaktır. İiman edenleri sapkınlıktan korumak ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tetkiklerle meşgul olmayı gerektirdiğinden, Hazret-i Mehdî’nin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakti ve hali müsaade edemez. Çünkü hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) yönündeki saltanatı, onun ile uğraşmaya vakit bırakmıyor. HERHALDE O VAZİFEYİ ONDAN EVVEL BİR TAİFE BİR CİHETTE GÖRECEK. O ZAT, O TAİFENİN UZUN TETKİKLERİ İLE YAZDIKLARI ESERİ KENDİNE HAZIR BİR PROĞRAM YAPACAK, ONUN İLE O BİRİNCİ VAZİFEYİ TAM YAPMIŞ OLACAK. BU VAZİFENİN DAYANDIĞI KUVVET VE MANEVÎ ORDUSU, YALNIZ İHLAS VE SADAKAT VE TESANÜD SIFATLARINA TAM SAHİP OLAN BİR KISIM TALEBELERİDİR. NE KADAR DA AZ OLSALAR, MANEN BİR ORDU KADAR KUVVETLİ VE KIYMETLİ SAYILIRLAR.
İkinci vazifesi : HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.) ÜNVANI İLE İSLAMA AİT DEĞERLERİ İHYA ETMEKTİR. İSLAM ALEMİNİN BİRLİĞİNİ DAYANAK NOKTASI EDİNİP, İNSANLIĞI MADDÎ VE MANEVÎ TEHLİKELERDEN VE BELADAN KURTARMAKTIR. BU VAZİFENİN, DAYANAK NOKTASI VE HİZMETKARLARI, MİLYONLARLA DESTEKÇİSİ BULUNAN ORDULAR LAZIMDIR.
Üçüncü vazifesi : ZAMANA BAĞLI DEĞİŞİMLERLE KURAN'IN BİRÇOK HÜKMÜNÜN ZEDELENMESİYLE VE ŞERİAT-I MUHAMMEDÎYENİN (A.S.M.) KANUNLARI BİR DERECE TATİLE UĞRAMASIYLA O ZAT, BÜTÜN EHL-İ ÎMANIN MANEVÎ YARDIMLARIYLA VE İSLAM BİRLİĞİNİN YARDIMIYLA VE BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN VE BİLHASSA AL-İ BEYTİN NESLİNDEN HER ASIRDA KUVVETLİ VE KALABALIK BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN KATILIMLARIYLA O ÇOK BÜYÜK GÖREVİ YAPMAYA ÇALIŞIR.
Şimdi hakikat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan îmanı kurtarmak ve îmanı, doğruluğunu ispat ederek bir surette umuma ders vermek, hatta avamın da îmanını tahkikî yapmak vazifesi ise, manen ve hakikaten hidayet edici, doğru yolu gösterici manasının tam açıklığını ifade ettiği için, Nur Şakirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecededir, diye Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdî kabul ediyorlar. O şahs-ı manevînin de bir mümessili, Nur Şakirdlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîde bir nevi mümessili olan zavallı tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Gerçi bu, bir karıştırma ve bir yanlışlıktır, fakat onlar onda sorumlu değiller. ...
Birincisi: AHİRDEKİ İKİ VAZİFE, GERÇİ HAKİKAT NOKTASINDA BİRİNCİ VAZİFE DERECESİNDE DEĞİLLER, fakat hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) ve İslam Birliği ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslamiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkarında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor; ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset manasını ihsas eder; belki de bir hodfüruşluk manasını hatıra getirir; belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskidenberi ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar "Mehdî olacağım," diye dava ederler. GERÇİ HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ BİR NEVİ MEHDÎ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ, FAKAT HERBİRİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE YAPMASI İTİBARİYLE, AHİRZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ ÜNVANINI ALMAMIŞLAR.
Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu (bilgi sahibi kişileri), bazı şakirtlerin (talebelerin) bu itikatlarına (inançlarına, düşüncelerine) göre, bana karşı demişler ki:
"EĞER MEHDİLİK DAVA ETSE, BÜTÜN ŞAKİRDLERİ (talebeleri) KABUL EDECEKLER." BEN DE ONLARA DEMİŞTİM: "BEN, KENDİMİ SEYYİD BİLEMİYORUM. BU ZAMANDA NESİLLER BİLİNMİYOR. HALBUKİ AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI, AL-İ BEYTTEN (Peygamberimiz (s.a.v.)’in neslinden) OLACAKTIR.Gerçi manen ben Hazret-i Ali nin (r.a.) manevi bir evladı hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Al-i Muhammed Aleyhisselam bir manada gerçek Nur talebelerini de kapsadığı için, ben de Peygamberimiz (saas)’in neslinden sayılabilirim. Fakat bu zaman şahs-ı manevi zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde hiç bir yönden benlik ve şahsiyet ve şahsi makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve samimiyetin sırrına ters düşmesinden, Cenab-ı Hakka sonsuz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsi ve kendi sınırlarımdan sonsuz derecede fazla makama gözümü dikmem. Ve Nurdaki bozmamak için, uhrevi makam dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum" dedim, o ehl-i vukuf (bilgi sahibi kişiler) sustu. Emirdağ Lahikası-1, sf. 231-233.
http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/19452
ÜSTAD’IN BU İFADESİ “SÖZLER” RİSALESİNDE GEÇMEKTEDİR. SÖZLER RİSALESİ 1926 (HİCRİ 1345) YILINDA TAMAMLANMIŞTIR. YANİ HİCRİ 1300 İÇİNDE HEM ÜSTADIN TÜM ESERLERİ HİCRİ 1300 DE TAMAMLANDIĞI GİBİ KENDİSİ DE YİNE HİCRİ 1300 İÇİNDE VEFAT ETMİŞTİR. OYSA ÜSTAD BU SÖZÜNDE HZ. MEHDİ (A.S.)’IN, HİCRİ 1400 DE ZUHUR EDECEĞİNİ İFADE ETMEKTEDİR.
Sekizinci Asıl: Cenab-ı Hakîm-i Mutlak, şu tecrübe ve imtihan meydanı çok mühim şeyleri, çok fazla eşyayı içinde saklıyor. O saklamakla çok hikmetler, çok işler bağlıdır. Meselâ: (Kadir gecesi, umum ramazanda; duanın kabul edildiği saati, Cum'a gününde; makbul velisini, insanlar içinde; eceli, ömür içinde ve kıyametin vaktini, dünya hayatı içinde saklamış. Zira insanın eceli belli olsa, yarı ömrüne kadar kesin bir gaflet, yarıdan sonra darağacına adım adım gitmek gibi bir dehşet verecek. Halbuki âhiret ve dünya dengesini muhafaza etmek ve her vakit korku ve ümit ortasında bulunmak durumu gerekir ki; her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun. Şu halde belirsiz tarzdaki yirmi sene belirsiz bir ömür, bin sene bir ömre tercih edilir. İşte kıyamet dahi şu insan-ı ekber olan dünyanın ecelidir. Eğer vakti aşikar olsaydı, bütün ilkçağ ve orta çağ kesin bir gaflete dalacak idiler ve yeniçağ ve ilkçağ dehşette kalacaktı. İnsan nasıl kişisel yaşam hanesinin ve köyünün bekasıyla alâkadardır. Öyle de; hayatı ve nev'iyesiyle, dünyanın ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır. Kur'an “Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı. (Kamer Sûresi: 1.)” der. "Kıyamet yakındır" ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına halel vermez. Zira kıyamet, dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya ikibin sene, bir seneye nisbetle bir-iki gün veya bir-iki dakika gibidir. Kıyamet saati yalnız insanlığın eceli değil ki, onun ömrüne kıyaslanıp uzak görülsün. İşte bunun içindir ki, Mutlak Hakim, Beş bilinmeyen şey( Kıyâmetin ne zaman kopacağı, yağmurun ne zaman yağacağı, rahîmlerde olanı, kişinin yarın ne kazanacağı ve kişinin nerede, ne zaman öleceği.) olarak ilminde saklıyor. İşte bu kapalı bırakma sırrındandır ki, her asır, hattâ gerçeği göre asır olan Asr-ı Saadet dahi daima kıyametten korkmuşlar. Hattâ bazıları, " alametleri hemen hemen çıkmış" demişler.
İşte bu hakikatı bilmeyen insafsız insanlar derler ki: "Âhiretin açıklamasını ders alan basiretli, kalbli, keskin nazarlı olan sahabeler, niçin 1000 sene hakikattan uzak olarak, İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE 1400 SENE SONRA GELECEK BİR HAKİKATİ ASIRLARINDA YAKIN ZANNETMİŞLER.
Elcevab: Çünki Sahabeler, Peygamber Efendimizin sohbetinin bereketi ile herkesten çok ahiret yurdunu düşünerek, dünyanın geçiciliğini bilerek, kıyametin belirsiz vaktindeki ilahi hikmeti anlayarak ecel-i şahsî gibi dünyanın eceline karşı dahi daima bekleyen bir vaziyet alarak, âhiretlerine ciddî çalışmışlar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın "Kıyameti bekleyiniz, intizar ediniz" ifadesini tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir uyarı olmuştur. Yoksa belirli bir vukuuya dair bir vahyin hükmüyle değildir ki, hakikattan uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet ayrıdır. İşte Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bu nevi sözleri anlaşılmayacak şekilde kapalı konuşma hikmetinden ileri geliyor. Hem şu sırdandır ki; Mehdi, Süfyan gibi âhirzamanda gelecekşahısları çok zaman evvel hattâ Hz. Muhammed'in (a.s.m.) ashabıyla görüşmüş, onlardan hadis dinlemiş ve ders almış olan Müslümanların zamanında bile beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velayet "Onlar geçmiş" demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlahiyeye muhtaç olur ki; vakitleri belli olmasın. Çünkü her zaman, her asır, manevi kuvvetin takviyesine vesile olacak ve ümitsizlikten kurtaracak "Mehdi" manasına muhtaçtır. Bu manada, her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve lakaytlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müthiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer tayin edilseydi, herkesi doğru yola sevk etmenin gereği ziyan olurdu.
Şimdi Mehdi gibi şahısların hakkındaki rivayetlerin ihtilafatı ve sırrı şudur ki: Ehadîsi tefsir edenler, hadisin tam metnini tefsirlerine ve istinbatlarına (Müçtehid veya büyük bir âlimin gizli bir manayı içtihad ile meydana çıkarması) tatbik etmişler. MESELÂ: SALTANAT MERKEZİ O VAKİT ŞAM'DA VEYA MEDİNE'DE OLDUĞUNDAN, HZ. MEHDİ (A.S.) VE SÜFYANIN HADİSELERİNİ SALTANAT MERKEZİ CİVARINDA OLAN BASRA, KÛFE, ŞAM GİBİ YERLERDE TASAVVUR EDEREK ÖYLE TEFSİR ETMİŞLER. HEM DE O ŞAHISLARIN ŞAHS-I MANEVÎSİNE VEYA TEMSİL ETTİKLERİ CEMAATE AİT BÜYÜK ESERLERİ O ŞAHISLARIN ZÂTLARINDA TASAVVUR EDEREK ÖYLE TEFSİR ETMİŞLER Kİ, O HARİKA ŞAHISLAR ÇIKTIKLARI VAKİT BÜTÜN HALK ONLARI TANIYACAK GİBİ BİR ŞEKİL VERMİŞLER. HALBUKİ DEMİŞTİK: BU DÜNYA TECRÜBE MEYDANIDIR. AKLA KAPI AÇILIR, FAKAT İHTİYARI ELİNDEN ALINMAZ. ÖYLE İSE O (ŞAHISLAR, HATTÂ O MÜTHİŞ DECCAL DAHİ ÇIKTIĞI ZAMAN ÇOKLARI, HATTÂ KENDİSİ DE BAŞLANGIÇTA DECCAL OLDUĞUNU BİLMEZ. BELKİ NUR-U İMANIN DİKKATİYLE, O AHİR ZAMAN ŞAHISLARI TANINABİLİR. (Sözler, s. 318)
2.
ÜSTAD BU SÖZÜ “ MİLADİ 1936 YANİ HİCRİ 1355’DE 1. ŞUA’DA İFADE ETMİŞTİR. BU TARİHE GÖRE BİR ASIR SONRASI HİCRİ 1400’LERE DENK GELMEKTEDİR.
... Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa BUNDAN BİR ASIR SONRA ZULÜMATI DAĞITACAK ZATLAR İSE, HAZRET-İ MEHDİ'NİN TALEBELERİ OLABİLİR.” Her ne ise... Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. İbrahim Suresi, 1)
(Şualar, 1. Şua, s. 605), (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 90)
- “Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.” (Tevbe Suresi, 32) ayetindeki, "...Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor" cümlesinin ebced değeri: HİCRİ 1424 YANİ MİLADİ “2004” tür.
3.
"HAKİKİ BEKLENİLEN VE BİR ASIR SONRA GELECEK O ZAT" ...(Kastamonu Lahikası, s. 61-62)
ÜSTAD BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ BU İFADESİNİ, 1936 (HİCRİ 1354) YILINDA YAZDIĞI KASTAMONU LAHİKASI'NDA BELİRTİYOR. BU TARİHLER HİCRİ 1300’LERE DENK GELMEKTEDİR. ÜSTAD’IN “BİR ASIR SONRA...” ŞEKLİNDE İFADE ETTİĞİ 100 YIL SONRASI İSE HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ZUHUR ETTİĞİ HİCRİ 1400’E DENK GELMEKTEDİR.
...SİZİN FEVKALÂDE SADÂKAT VE YÜKSEK GAYRETİNİZDEN ÇIKAN BİR HAFTA EVVELKİ MEKTUBUNUZA KARŞI HÜSN-Ü ZANNINIZI BİR DERECE ÇÜRÜTEN BENİM CEVABIMIN HİKMETİ ŞUDUR Kİ: “…BU ZAMANDA ÖYLE FEVKALÂDE HÂKİM CEREYANLAR VAR Kİ, HERŞEYİ KENDİ HESABINA ALDIĞI İÇİN, FARAZA HAKİKİ BEKLENİLEN VE BİR ASIR SONRA GELECEK O ZATdahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.
HEM ÜÇ MES'ELE VAR: BİRİ HAYAT, BİRİ ŞERİAT, BİRİ İMANDIR. HAKİKAT NOKTASINDA EN MÜHİMMİ VE EN A'ZAMI, İMAN MES'ELESİDİR. Fakat şimdiki umumun gözünde ve dünya şartlarının zorluklarında en mühim mes'ele, hayat ve şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç mes'elenin birden dünyada vaziyetlerini değiştirmek insanoğlu için geçerli olan âdetullaha uygun gelmediğinden, her halde en büyük mes'eleyi esas yapıp, öteki mes'eleleri esas yapmayacak. TÂ Kİ İMAN HİZMETİ HALİSHANELİĞİNİ HALKIN GÖZÜNDE BOZMASIN VE HALKIN ÇABUK İĞFAL OLUNABİLEN AKILLARINDA, O HİZMET BAŞKA MAKSADLARA ÂLET OLMADIĞI TAHAKKUK ETSİN.” (KASTAMONU LAHİKASI, S. 61-62)
4.
YETMİŞ BİRDE FECR-İ SADIK BAŞLADI VEYA BAŞLAYACAK. EĞER BU, FECR-İ KAZİB DE OLSA, OTUZ-KIRK SENE SONRA FECR-İ SADIK ÇIKACAK...” (Hutbe-i Şamiye, s. 23)
“...Evet ŞİMDİ OLMASA DA 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet ve medeniyetin mehasini o üç kuvveti tam teçhiz edip, cihazatını verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek.” (Hutbe-i Şamiye, s. 25)
ÜSTAD BU SÖZÜNÜ HİCRİ 1327 (MİLADİ 1911) YILINDA ŞAM’DA EMEVİ CAMİİ’NDE VERDİĞİ HUTBESİNDE SÖYLEMİŞTİR. BURADA ÜSTAD, İSLAM ALEMİNİN, HİCRİ 1371'DEN YANİ MİLADİ 1951’DEN SONRAKİ GELECEĞİNE YÖNELİK İZAHLAR YAPMIŞTIR. ÜSTAD’IN HUTBE-İ ŞAMİYE’DE VERDİĞİ TARİHLERİN HEPSİ HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ZUHUR ZAMANI OLAN HİCRİ 1400 İÇİNDEDİR.
....“...Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, parlaklığının sönmesine ve insanlığı aydınlatmasına mani olan perdeler açılmaya başlamışlar. O mani olanlar çekilmeye başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o tan vaktinin alametleri göründü. YETMİŞ BİRDE FECR-İ SADIK BAŞLADI VEYA BAŞLAYACAK. EĞER BU, FECR-İ KAZİB DE OLSA, OTUZ-KIRK SENE SONRA FECR-İ SADIK ÇIKACAK...” (Hutbe-i Şamiye, s. 23)
“...Evet ŞİMDİ OLMASA DA 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet ve medeniyetin güzelliklerini, o üç kuvveti tam teçhiz edip, maddi manevi aletlerini verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için doğruyu arama eğilimini ve insaf ve insan sevgisini o dokuz düşman tayfasının cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA ONLARI DARMADAĞIN EDECEK.” (Hutbe-i Şamiye, s. 25)
Üstad burada, Hicri 1371'den yani Miladi 1951’den sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapıyor
Hicri 1371 + 30 = 1401 (Miladi 1981) (30 yıl sonrası)
Hicri 1371 + 40 = 1411 (Miladi 1991) (40 yıl sonrası)
Hicri 1371 + 50 = 1421 (Miladi 2001) (yarım asır sonrası)
5.
TÂ AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE, ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDÎ VE TALEBELERİ CENAB-I HAKKIN İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETTİRİR ...(Kastamonu Lahikası, Sayfa 72, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 258, Hizmet Rehberi, Sayfa 267, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 153)
ÜSTAD, KASTAMONU LAHİKASI’NI 1936 YILINDA HAZIRLAMIŞTIR. BU ESERİNDE “TA AHİR ZAMANDA....” İFADESİYLE RİSALE-İ NUR’UN ASIL SAHİPLERİ OLARAK NİTELENDİRDİĞİ HZ. MEHDİ (A.S.) VE TALEBELERİNİN KENDİSİNDEN ÇOK DAHA SONRAKİ BİR VAKİTTE GELECEKLERİNİ İFADE ETMİŞTİR.
Âhir fıkrasında, Muhbir-i Sâdıkın haber verdiği "galibiyetler kazanmak ve zulümatı dağıtma zamanın hemen hemen gelmesi ve zeminin oluşması" diye fıkrasına, bütün ruhu canımızla rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risale-i Nur talebeleri ise, vazifemiz hizmettir; vazife-i İlahiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber, miktara değil, keyfiyete bakmak, hem çoktan beri ahlak kaybına ve dünya hayatını her cihetle ahirete tercih ettirmeye sevk eden dehşetli sebepler altında Risale-i Nur’un şimdiye kadar galibiyeti ve kafirlerin ve dalâlettekilerin saldırılarını kırması ve yüz binler biçarelerin imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakikî mümin talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdık’ın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuatla ispat etmiş ve ediyor, inşaAllah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki, inşaAllah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sinesinden onu (risale-i nuru) çıkaramaz. TÂ AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE, ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDÎ VE TALEBELERİ CENAB-I HAKKIN İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETTİRİR VE O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR. BİZLER DE KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ.Kastamonu Lahikası, Sayfa 72, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 258, Hizmet Rehberi, Sayfa 267, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 153)
6.
FAKAT O İLERİDE GELECEK ACİP (Şaşılan ve hayret uyandıran şey; benzeri görülmeyen; garip) ŞAHSIN BİR HİZMETKÂRI VE ONA YER HAZIR EDECEK BİR DÜMDÂRI (Ordunun geriden gelen emniyet kuvveti) VE O BÜYÜK KUMANDANIN PÎŞDÂR (öncü) BİR NEFERİ (askeri) OLDUĞUMU ZANNEDİYORUM. Ve ondadır ki, sen de yazılan şeylerden o acip kokusunu aldın.(Barla Lahikası, sf. 162)
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “BARLA LAHİKASI”NI 1926 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. BU ESERİNDE ÜSTAD, HZ. MEHDİ (A.S.)’IN İLERİDE GELECEĞİNİ AÇIK BİR ŞEKİLDE İFADE ETMİŞTİR. KENDİSİNİN HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ÖNCÜSÜ VE ONA ZEMİN HAZIRLAYAN BİR HİZMETKARI OLDUĞUNU İFADE ETMİŞTİR.
Senin şu âciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardeşin, bin derece haddimin üstünde olarak, KENDİMİ O GELECEK ADAM olduğumu iddia edemem, hiçbir cihette ehliyetim yoktur. FAKAT O İLERİDE GELECEK HAYRET UYANDIRAN ŞAHSIN BİR HİZMETKÂRI VE ONA YER HAZIR EDECEK BİR EMNİYET KUVVETİ VE O BÜYÜK KUMANDANIN ÖNCÜ BİR ASKERİ OLDUĞUMU ZANNEDİYORUM. Ve ondadır ki, sen de yazılan şeylerden o acip kokusunu aldın. (Barla Lahikası, sf. 162)
7.
... AHİR ZAMANDA GELECEK EN BÜYÜK MÜCEDDİDİ İŞARİ ANLAMDA HABER VERİYORLAR. Fakat O GELECEK ZATIN ve cemiyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi... (Tılsımlar Mecmuası, sf. 168)
TILSIMLAR MECMUASI, RİSALE-İ NUR’UN ÇEŞİTLİ KISIMLARINDAN DERLENMİŞ BİR KİTAPTIR. TILSIMLAR MECMUASI’NDA YER ALAN BU SÖZÜNDE ÜSTAD “O GELECEK ZAT…” İFADESİYLE KENDİ ZAMANINDA HENÜZ MEHDİ (A.S.)’IN YAŞAMADIĞINI AHİR ZAMANDA GELECEĞİNİ BELİRTMİŞTİR. AYRICA AHİR ZAMANA KADAR, GELEN HİÇBİR MÜCEDDİDİN TOPLU OLARAK YAPMADIĞI 3 VAZİFENİN MEHDİ (A.S.) TARAFINDAN YAPILACAĞINI DA İFADE ETMİŞTİR.
...Bazı ayet-i kerime ve hadis-i şerife AHİR ZAMANDA GELECEK en büyük müceddidi işari anlamda haber veriyorlar. Fakat O GELECEK ZATIN ve cemiyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi olan ve zahiren en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve iman hakikatlerini güneş gibi göstermek vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin şahs-ı manevisi tam yaptıklarından; O GELECEK ZATA DAİR HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-I NUR'UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE ÇALIŞMIŞLAR VE ŞERİATI DİRİLTME VE HİLAFETİ TATBİK OLAN ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU İKİ MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR. Onların kanaatleri, onların Risale-i Nur'dan istifade cihetinde faidelidir, zararsızdır; fakat Nur'un mesleğindeki ihlasa ve hiçbir şeye alet olmamasına ve dünyevi ve manevi makamatı aramamasına zarar verdiği gibi, Nurların muhafızları her taifenin hususan siyasi taifenin tenkidine ve hücumuna vesile olabilir... (Tılsımlar Mecmuası, sf. 168)
8.
BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR Kİ; SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSALE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 11, Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 310
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ”Yİ 1928 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD BU ESERİNDE HZ. MEHDİ (A.S.)’DAN BAHSEDERKEN KENDİSİNDEN “SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT...”’IN YANİ HZ. MEHDİ (A.S.)’IN; ÜSTAD’IN HAZIRLAMIŞ OLDUĞU VE ASIL SAHİBİNİN HZ. MEHDİ (A.S.) OLDUĞUNU İFADE ETTİĞİ RİSALE-İ NUR’LARI NEŞR VE TATBİK EDECEĞİNİ İFADE ETMİŞTİR.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: ... On seneden beri kanaatlerini tâdile (düzeltmeye) çalıştığım halde, o cesur kardeşler kanaatlerinde ileri gidiyorlar. Evet, onlar, On Sekizinci Mektuptaki iki ehl-i kalb çobanın macerası gibi, hak bir hakikati görmüşler; fakat tabire muhtaçtır. O hakikat de şudur:
ÜMMETİN BEKLEDİĞİ, AHİR ZAMANDA GELECEK ZATIN ÜÇ VAZİFESİNDEN EN MÜHİMMİ VE EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI OLAN SARSILMAZ BİR ÎMÂNI YAYMAK VE EHL-İ İMANI DALALETTEN KURTARMAK YÖNÜYLE, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen tümüyle Risâle-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı mânevîyi bir hizmetkarına vermişler, o hizmetkara iltifatlılıkla bakmışlar. BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR Kİ, SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSÂLE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞİR VE TATBİK EDECEK’.
O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektedir. Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddî bir kuvvet ve hakimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.
O zatın üçüncü vazifesi, İslam halifeliği İslam birliğine bina ederek, Dindar hıristiyanlarla ittifak edip İslam dinine hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır. Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve tevile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşe verir ve vermiş; hücumlarına vesile olur.ÇÜNKÜ BİRİNCİ VAZİFENİN HAKİKATİNİ VE KIYMETİNİ GÖREMİYORLAR; ÖTEKİ CİHETLERE HAMLEDERLER.
Kardeşlerimin ikinci iltibası (yanlışlık):
Fâni ve çürütülebilir bir şahsiyeti, bazı yönleriyle birinci vazifede öncülük eden Nur talebelerinin şahs-ı mânevîsini temsil eden o âciz kardeşine veriyorlar. Halbuki bu iki yanlışlık da Risale-i Nur'un hakikî ihlâsına ve hiçbir şeye, hattâ mânevî ve uhrevî makamlara dahi âlet olmamasına bir cihette zarar verdiği gibi, ehl-i siyaseti de heyecana düşürüp Risale-i Nur'un neşrine zarar gelir. Bu zaman, şahs-ı mânevî zamanı olduğu için, böyle büyük ve kalıcı hakikatler, fâni ve âciz ve sukut kaybolabilir şahsiyetlere bina edilmez.
Elhasıl: O GELECEK ZATIN İSMİNİ VERMEK, üç vazifesi birden hatıra geliyor; yanlış olur. Hem hiçbir şeye âlet olmayan nurdaki ihlâs zedelenir, müminlerin nazarında hakikatlerin kuvveti bir derece noksanlaşır. Kesin deliller dahi, kabule mazhar olmuş hüküm ve iddiaları zann-ı galip haline getirir; daha inatçı dalâlete ve hakkı kabul etmekte direnen dinsizlere tam anlamıyla üstün gelmesi, hayrete düşen, ehl-i imanda görünmemeye başlar. Ehl-i siyaset evhama ve bir kısım hocalar itiraza başlar. Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip görülmüyor. Belki "Müceddiddir, onun pişdarıdır (öncüsüdür)" denilebilir. Umum kardeşlerimize binler selâm. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9-11)
Ümmetin beklediği, ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en değerlisi olan Tahkiki iman, yayma ve ehl-i îmanı batıla yönelmekten kurtarmak yönleriyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen tümüyle Risale-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı a’zam ve Osman-ı Halidî gibi zatlar bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı manevîyi bir hizmetçisine vermişler, o hizmetçiye iltifat ederek bakmışlar. BU HAKİKATTEN ANLAŞILIYOR Kİ; SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT, RİSALE-İ NUR’U BİR PROGRAMI OLARAK NEŞR VE TATBİK EDECEK. Beyanat ve Tenvirler, Sayfa 310
9.
FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR. ÖYLE KUDSÎ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LÂZIM GELİR. VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANÎ ZATLARA ZEMİN HAZIRLIYORUZ ...(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189) (Barla Lahikası, 28. Mektuptan 7. Risale Olan 7. Mesele)
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “BARLA LAHİKASI”NI 1926 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD RİSALELERİNDE YAŞADIĞI DÖNEMİN KIŞ OLDUĞUNU İFADE EDEN İZAHLAR YAPARKEN HZ. MEHDİ (A.S.)’DAN BAHSETTİĞİ BU BÖLÜMDE MEHDİ VE TALEBELERİNE HİTABEN ONLARIN BAHARDA GELECEKLERİNİ İFADE ETMİŞ, YAPTIĞI BU ÇALIŞMALARLA KENDİSİNDEN SONRA GELECEK OLAN O MÜBAREK İNSANLARA ORTAM HAZIRLADIĞINI BELİRTMİŞTİR.
Beşinci Sebep: Çok zaman evvel bir evliyadan olan kimselerden işittim ki: O zat, eski velîlerin gaybî işaretlerinden bazı çıkarımlarda bulunmuş ve kanaati gelmiş ki, "Doğu tarafından bir nur zuhur edecek, bid'aların zulümâtını dağıtacak." Ben böyle bir nurun zuhurunu çok ümit ederek bekledim ve ediyorum.FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR. ÖYLE KUDSÎ ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK LÂZIM GELİR. VE ANLADIK Kİ, BU HİZMETİMİZLE O NURANÎ ZATLARA ZEMİN HAZIRLIYORUZ. Madem kendimize ait değil; elbette, Sözler namındaki nurlara ait olan İlahi yardımları beyan etmekte övünmek ve gurur olamaz; belki şükür sebebi ve şükür ve Cenâb-ı Hakk`a karşı şükrünü edâ etmek ve teşekkür etmek maksadıyla kavuştuğu nîmeti başkalarına anlatmak olur. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189) (Barla Lahikası, 28. Mektuptan 7. Risale Olan 7. Mesele)
10.
AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA, ELBETTE EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD, HEM EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD, HEM HAKİM, HEK MEHDİ, HEM MÜRŞİD, HEM KUTB-U AZAM OLARAK BİR ZAT-İ NURANİYİ GÖNDERECEK VE O ZAT DA, EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN OLACAKTIR...(Mektubat, 411-412)
SAİD NURSİ HAZRETLERİ “MEKTUBAT’I 1929 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. ÜSTAD’IN DÖNEMİNDE AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI OLAN DARWINİZM, MATERYALİZM VE ATEİZM’İN TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİSİ BUGÜNKÜ GİBİ ŞİDDETLİ DEĞİLDİ. OYSA HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ZUHUR YÜZYILI OLAN HİCRİ 1400, BU DİNSİZ AKIMLARIN ÇOK HIZLI İVME KAZANDIĞI, İNSANLAR VE TOPLUMLAR ÜZERİNDE ETKİLERİNİ EN ŞİDDETLİ HALE GETİRDİKLERİ BİR YÜZYIL OLMUŞTUR. DÖNEMLERİNDE YAPTIKLARI HİZMETLER İTİBARİYLE, ÜSTAD’IN ŞAHSI DA, ONDAN ÖNCE GELEN MÜCTEHİDLER DE; TAMAMI HZ. MEHDİ (A.S.)’DA TOPLANACAK OLAN EN BÜYÜK MÜCEDDİD, EN BÜYÜK MÜRŞİT VE MÜÇTEHİD, HAKİM, MEHDİ VE KUTB-U AZAM SIFATLARINA BİR ARADA SAHİP OLMAMIŞLARDIR.
Elcevap: Cenab-ı Hakk; en yüksek rahmetinden, İslami hükümlerin eğitimine korunmasına bir alamet olarak, her bir fesat zamanında bir ıslah edici veya bir müceddit veya şanlı bir halife veya en büyük bir kutb veya kusursuz bir kılavuz veyahut bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zatları göndermiş; fesadı giderip, milleti ıslah etmiş; Din-i Ahmediye (A.S.M) muhafaza etmiş. Madem adeti öyle cereyan ediyor, AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA, ELBETTE EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD, HEM EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD, HEM HAKİM, HEM MEHDİ, HEM MÜRŞİD, HEM KUTB-U AZAM OLARAK BİR NURLU KİŞİYİ GÖNDERECEK VE O ZAT DA, PEYGAMBERİMİZ (SAAS)’İN SOYUNDAN OLACAKTIR.Cenab-ı Hakk, bir dakika zarfında gök ve yerin arasını bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin örneğini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadir-i Zülcelal; Mehdi ile de, İslam aleminin karanlıklarını dağıtabilir. Ve va'detmiştir, va'dini elbette yapacaktır. Kudret-i İlahiye noktasında bakılsa, gayet kolaydır. Eğer sebepler dairesi ve Allah’ın hikmeti noktasında düşünülse, yine o kadar makul ve oluşa layıktır ki; 'Eğer muhbir-i Sadık'tan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lazım gelir. Ve olacaktır' diye tefekkürde bulunanlar hükmeder. ..... Hz. İbrahim (as)’ın soyu gibi öyle bir vaziyet almış ki, umum mübarek silsilelerin başında, açıklık alanlar ve kuytu toplanma yerlerinde o nuranî zatlar kumandanlık ediyorlar. Ve öyle kadar kalabalıktırlar ki, o kumandanların tümü, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanütle bir tümen vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini mübarek topluluk hükmünde dayanışma düzeni ve uyanış içinde tutsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz. İşte, o pek kalabalık o güç yetiren ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır ve Hazret-i Mehdînin en has ordusudur.
Evet, bugün dünya tarihinde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve anane ile birbirine birbirine bitişik ve en yüksek şeref ve Âli hasep ve asil (soyla) mümtaz (ayrıcalıklı) hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin (olgun ve değerli kişiler) namdar (namlı) reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemiyeten (sayıca) milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih (akıllı, sorumluluk sahibi) ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî (Peygamber sevgisi) ile dolu ve cihandeğer (dünyanın en kıymetlisi) şeref-i intisabıyla (mensup olmasıyla) serfirazdırlar (seçkindirler). BÖYLE BÜYÜK BİR CEMAAT İÇİNDEKİ MUKADDES KUVVETİ COŞTURACAK VE UYANDIRACAK BÜYÜK VE ÖNEMLİ OLAYLAR MEYDANA GELİYOR. ELBETTE O BÜYÜK KUVVETTEKİ HAYSİYET VE MUKADDESATI KORUMA DUYGUSU GALEYANA GELECEK VE HAZRET-İ MEHDÎ BAŞINA GEÇİP DOĞRU YOLA VE GERÇEĞE YÖNLENDİRECEK. BÖYLE OLMAK VE BÖYLE OLMASINI, BU KIŞTAN SONRA BAHARIN GELMESİ GİBİ, ÂDETULLAHTAN VE ALLAH’IN RAHMETİNDEN BEKLERİZ.
11.
MEHDÎ’NİN ÜÇ VAZİFESİ
(Emirdağ Lahikası-I, ss. 231-233.)
ÜSTAD BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİ EMİRDAĞ LAHİKASI’NI 1949 YILINDA KALEME ALMIŞTIR. BU ESERİNDE ÜSTAD HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ÖZELLİKLE DARWINİZM, MATERYALİZM VE ATEİZM FELSEFELERİNİ TAM SUSTURARAK İNSANLARIN İMANINI KURTARMAYA VESİLE OLACAK ŞEKİLDE ÇOK ETKİLİ ÇALIŞMALAR YAPACAĞINI İFADE ETMİŞTİR. ÜSTAD, KENDİSİNİN YAŞADIĞI DÖNEM DAHİL OLMAK ÜZERE HER DÖNEMDE BİR NEVİ MEHDİ VASFINA SAHİP İNSANLAR GELDİĞİNİ ANCAK HİÇBİRİNİN BU ÜÇ VAZİFEYİ BİR ARADA YAPMA KUDRETİNE SAHİP OLAMADIKLARINI İFADE ETMİŞTİR.
Mehdî’nin üç vazifesi
Nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi (talebesi), çokların namına (başkaları adına) benden sordu ki: "Nurun halis ve ehemmiyetli bir kısım şakirdleri, pek musırrane (ısrarla) olarak ahir zamanda gelen al-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin halde onlar ısrar ediyorlar.
Sen de bu kadar musırrane (ısrarla) onların fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onların elinde bir hakikat ve kat’î (kesin) bir hüccet (delil) var ve sen de bir hikmet ve hakikata binaen onlara muvafakat (müsaade) etmiyorsun. Bu ise bir tezattır, her halde hallini istiyoruz."
Ben de bu zatın temsil ettiği çok mesaillere (meselelere) cevaben derim ki: O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihette bir tabir ve te’vil lazım.
Birincisi: ÇOK DEFA MEKTUPLARIMDA İŞARET ETTİĞİM GİBİ, MEHDÎ AL-İ RESÛLÜN TEMSİL ETTİĞİ MUKADDES CEMAATİNİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİN ÜC VAZİFESİ VAR. EĞER ÇABUK KIYAMET KOPMAZSA VE BEŞER BÜTÜN BÜTÜN YOLDAN ÇIKMAZSA, O VAZİFELERİ ONUN CEMİYETİ VE SEYYİDLER CEMAATİ YAPACAĞINI RAHMET-İ İLAHİYEDEN BEKLİYORUZ. VE ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK:
Birincisi : Fen ve felsefenin tesiriyle ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu beşer içine yayılmasıyla, her şeyden evvel felsefeyi ve materyalizm, darwinizm ve ateizm salgını, fikrini tam susturacak bir tarzda îmanı kurtarmaktır. İiman edenleri sapkınlıktan korumak ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tetkiklerle meşgul olmayı gerektirdiğinden, Hazret-i Mehdî’nin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakti ve hali müsaade edemez. Çünkü hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) yönündeki saltanatı, onun ile uğraşmaya vakit bırakmıyor. HERHALDE O VAZİFEYİ ONDAN EVVEL BİR TAİFE BİR CİHETTE GÖRECEK. O ZAT, O TAİFENİN UZUN TETKİKLERİ İLE YAZDIKLARI ESERİ KENDİNE HAZIR BİR PROĞRAM YAPACAK, ONUN İLE O BİRİNCİ VAZİFEYİ TAM YAPMIŞ OLACAK. BU VAZİFENİN DAYANDIĞI KUVVET VE MANEVÎ ORDUSU, YALNIZ İHLAS VE SADAKAT VE TESANÜD SIFATLARINA TAM SAHİP OLAN BİR KISIM TALEBELERİDİR. NE KADAR DA AZ OLSALAR, MANEN BİR ORDU KADAR KUVVETLİ VE KIYMETLİ SAYILIRLAR.
İkinci vazifesi : HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.) ÜNVANI İLE İSLAMA AİT DEĞERLERİ İHYA ETMEKTİR. İSLAM ALEMİNİN BİRLİĞİNİ DAYANAK NOKTASI EDİNİP, İNSANLIĞI MADDÎ VE MANEVÎ TEHLİKELERDEN VE BELADAN KURTARMAKTIR. BU VAZİFENİN, DAYANAK NOKTASI VE HİZMETKARLARI, MİLYONLARLA DESTEKÇİSİ BULUNAN ORDULAR LAZIMDIR.
Üçüncü vazifesi : ZAMANA BAĞLI DEĞİŞİMLERLE KURAN'IN BİRÇOK HÜKMÜNÜN ZEDELENMESİYLE VE ŞERİAT-I MUHAMMEDÎYENİN (A.S.M.) KANUNLARI BİR DERECE TATİLE UĞRAMASIYLA O ZAT, BÜTÜN EHL-İ ÎMANIN MANEVÎ YARDIMLARIYLA VE İSLAM BİRLİĞİNİN YARDIMIYLA VE BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN VE BİLHASSA AL-İ BEYTİN NESLİNDEN HER ASIRDA KUVVETLİ VE KALABALIK BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN KATILIMLARIYLA O ÇOK BÜYÜK GÖREVİ YAPMAYA ÇALIŞIR.
Şimdi hakikat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan îmanı kurtarmak ve îmanı, doğruluğunu ispat ederek bir surette umuma ders vermek, hatta avamın da îmanını tahkikî yapmak vazifesi ise, manen ve hakikaten hidayet edici, doğru yolu gösterici manasının tam açıklığını ifade ettiği için, Nur Şakirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecededir, diye Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdî kabul ediyorlar. O şahs-ı manevînin de bir mümessili, Nur Şakirdlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîde bir nevi mümessili olan zavallı tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Gerçi bu, bir karıştırma ve bir yanlışlıktır, fakat onlar onda sorumlu değiller. ...
Birincisi: AHİRDEKİ İKİ VAZİFE, GERÇİ HAKİKAT NOKTASINDA BİRİNCİ VAZİFE DERECESİNDE DEĞİLLER, fakat hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) ve İslam Birliği ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslamiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkarında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor; ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset manasını ihsas eder; belki de bir hodfüruşluk manasını hatıra getirir; belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskidenberi ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar "Mehdî olacağım," diye dava ederler. GERÇİ HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ BİR NEVİ MEHDÎ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ, FAKAT HERBİRİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE YAPMASI İTİBARİYLE, AHİRZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ ÜNVANINI ALMAMIŞLAR.
Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu (bilgi sahibi kişileri), bazı şakirtlerin (talebelerin) bu itikatlarına (inançlarına, düşüncelerine) göre, bana karşı demişler ki:
"EĞER MEHDİLİK DAVA ETSE, BÜTÜN ŞAKİRDLERİ (talebeleri) KABUL EDECEKLER." BEN DE ONLARA DEMİŞTİM: "BEN, KENDİMİ SEYYİD BİLEMİYORUM. BU ZAMANDA NESİLLER BİLİNMİYOR. HALBUKİ AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI, AL-İ BEYTTEN (Peygamberimiz (s.a.v.)’in neslinden) OLACAKTIR.Gerçi manen ben Hazret-i Ali nin (r.a.) manevi bir evladı hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Al-i Muhammed Aleyhisselam bir manada gerçek Nur talebelerini de kapsadığı için, ben de Peygamberimiz (saas)’in neslinden sayılabilirim. Fakat bu zaman şahs-ı manevi zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde hiç bir yönden benlik ve şahsiyet ve şahsi makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve samimiyetin sırrına ters düşmesinden, Cenab-ı Hakka sonsuz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsi ve kendi sınırlarımdan sonsuz derecede fazla makama gözümü dikmem. Ve Nurdaki bozmamak için, uhrevi makam dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum" dedim, o ehl-i vukuf (bilgi sahibi kişiler) sustu. Emirdağ Lahikası-1, sf. 231-233.
http://harunyahya.net/V2/Lang/tr/Pg/WorkDetail/Number/19452
Etiketler:
Ahir zaman,
Barla Lahikası,
Emirdağ Lahikası,
Hz. Mehdi,
Müceddid,
Müçtehid
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)